İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları ve Batı’nın bu konudaki tepkisizliği uzun süredir tartışılan bir mesele. Özellikle Batı ülkelerinin, İsrail’in eylemlerine karşı sessiz kalması ya da cılız tepkiler vermesi, birçok kesim tarafından eleştiriliyor. Ancak son dönemde Lübnan’a karşı artan diplomatik ilgi, bu suskunluğun kırılmaya başladığına işaret ediyor olabilir mi? Bu soruya yanıt ararken Avrupa ve ABD’nin iç dinamiklerini, uluslararası hukuku ve bölgesel güvenlik mimarisini göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Batı’nın Gazze’ye Sessizliği
Geçtiğimiz aylarda İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sırasında, Avrupa Birliği ve ABD’nin büyük oranda tepkisiz kaldığını gördük. Avrupa’nın değerleri ve insan haklarıyla çelişen bu tutum, Avrupalı liderlerin ve toplumların kendini eleştirmesine yol açtı. Ancak bu eleştirilerin somut bir yaptırıma dönüşmemesi, uluslararası toplumun İsrail’e karşı etkisiz kaldığı izlenimini pekiştirdi.
Avrupa Birliği’nin (AB) tepkisi, zaman zaman bazı liderlerin sesini yükseltmesiyle sınırlı kalıyor. Özellikle Avrupa Parlamentosu’ndan Joseph Borrell’in ve diğer vekillerin konuşmaları dikkat çekici. Fakat bu sesler, İsrail’in politikalarını değiştirmeye yetmiyor. Özellikle uluslararası hukukun korunmasına dair iddiaların, İsrail’e karşı güçlü bir yaptırım mekanizması oluşturmaması, AB’nin etkisizliğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Lübnan’a Artan İlgi: Yeni Bir Dönem mi?
Gazze’ye karşı sessiz kalan Batı’nın, Lübnan’a yönelik gelişen olaylara karşı sesini yükseltmesi, yeni bir dönemin habercisi olabilir mi? Son dönemde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İtalya Başbakanı Giorgia Meloni gibi liderler, Lübnan’a olan ilgilerini artırdı. Ancak bu durumun ardında, Batı’nın bölgedeki çıkarlarını koruma kaygısı yatıyor.
Fransa ve İtalya gibi ülkeler, Lübnan’da istikrarın bozulmasının büyük bir göç dalgasına neden olacağından endişe ediyor. Lübnan, 2 milyon civarında Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaparken, olası bir istikrarsızlık Avrupa’ya yeni bir mülteci akını anlamına gelebilir. Bu da, özellikle sağcı ve popülist liderlerin kendi iç politikalarında güç kazanmak için bu tür diplomatik çıkışlar yapmalarına yol açıyor.
ABD ve Avrupa’nın Ayrılan Yolları
ABD ve Avrupa’nın, İsrail’e karşı farklı politikalar izlemeye başladığı bir dönemdeyiz. Özellikle ABD’nin yaklaşan seçimleri, bu farklılıkları daha belirgin hale getirebilir. ABD’de hem Demokrat hem Cumhuriyetçi kanat, İsrail’e desteği sürdürüyor. Ancak Demokratlar içinde İsrail politikalarına yönelik eleştiriler de artıyor. 2024 seçimlerinin sonucu, İsrail’e yönelik Amerikan politikasını ciddi şekilde etkileyebilir. Özellikle Trump’ın olası zaferi, ABD’nin NATO’ya olan desteğini zayıflatabilir ve bu da Avrupa Birliği’ni (AB) kendi güvenlik mimarisini kurmaya zorlayabilir.
Avrupa’nın Güvenlik Mimarisi: NATO’dan Ayrılma Zamanı mı?
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un uzun süredir dile getirdiği “stratejik özerklik” kavramı, bu bağlamda tekrar gündeme geliyor. NATO’ya olan bağımlılığını azaltmak isteyen AB, İsrail gibi meselelerde kendi çıkarlarına uygun bir politika izleme arayışında. Ancak Almanya gibi ülkeler, NATO’nun önemini vurgulamaya devam ediyor ve İsrail’in “savunma hakkı” söylemini destekliyor. Bu ayrışma, gelecekte AB içinde güvenlik politikaları üzerinde ciddi kırılmalara yol açabilir.
Türkiye’nin Pozisyonu ve Tehditler
Türkiye açısından bakıldığında, bu gelişmeler önemli riskler taşıyor. NATO’nun zayıflaması ve Avrupa’nın Türkiye’yi dışlayan bir güvenlik mimarisi oluşturma olasılığı, Türkiye için büyük bir tehlike oluşturabilir. Türkiye, 1952’den bu yana NATO’ya bağlı bir güvenlik politikasını benimsiyor. Ancak NATO’nun zayıflaması durumunda, Türkiye’nin bölgesel güvenlikteki konumu da sorgulanabilir hale gelecek. Avrupa’nın güvenlik politikalarında Türkiye’yi dışlaması, bölgesel dengeleri alt üst edebilir.
Sonuç olarak, Batı’nın İsrail’e karşı bu yeni yaklaşımı, iç politikalarla bağlantılı olduğu kadar, bölgedeki istikrarsızlığın Avrupa’ya doğrudan etkilerinden de kaynaklanıyor. Ancak bu tepkilerin İsrail’i durdurup durduramayacağı konusunda hâlâ belirsizlik var. ABD ve Avrupa arasındaki farklılaşma, Türkiye’nin konumunu ve bölgesel dengeleri nasıl etkileyecek, bunu zaman gösterecek.