Gazze’deki Kutsal Aile Kilisesi’nin papazı Rahip Gabriel Romanelli’ye göre, Papa Francis, 14 Şubat’tan beri Roma’daki bir hastanede zatürre tedavisi görmesine rağmen, uzun süredir acı çeken Gazze halkını unutmayarak onların durumunu hastane yatağından bile kontrol etmeye devam ediyor.
Vatikan’ın resmi haber platformu Vatican News ile yaptığı röportajda Romanelli, Papa Francis’in Gazze’de 15 aydır süren katliamlar, şiddet, korku ve açlık sürecinde kilisesiyle neredeyse her gün temas halinde olduğunu ve hastanede olduğu dönemde de cemaatini aramaya devam ettiğini söyledi. “Bize nasıl olduğumuzu, durumun nasıl geliştiğini sordu ve bize kutsamasını gönderdi,” dedi Romanelli.
Papa Francis’in Gazze halkına duyduğu bağlılık, onun acı çekenlerin ve hayatın dışlanmış köşelerinde yaşayanların Tanrı’nın gerçek yüzünü yansıttığına olan inancını gösteriyor. O, sevgi ve hayatın mantığının, ancak toplumun yoksul ve unutulmuş insanlarına bakarak daha iyi anlaşılabileceğini savunuyor.
Bu nedenle, dünya genelinde birçok Katolik ve sayısız iyi niyetli insan, Papa’nın hızlı bir şekilde iyileşmesi ve misyonuna geri dönmesi için dua ediyor. Çünkü onlar biliyor ki, günümüz dünyasının karşı karşıya olduğu çoklu krizi, ancak onun gibi liderlerin rehberliğinde aşabiliriz – savaş, yoksulluk ve adaletsizlikten acı çekenlere derin bir duyarlılıkla yaklaşan; yerliciliğin, korumacılığın ve dar milliyetçiliğin tehlikeli yükselişine karşı ortak insanlığımızı ileri taşımak isteyen liderlerin öncülüğünde.
Papa Francis, son on yılda birçok kez bir arada yaşamı teşvik etme ve küresel adaletsizlikle mücadele konusundaki sarsılmaz kararlılığını kanıtladı.
Örneğin, Şubat 2019’da, Ezher Şeyhi Ahmed el-Tayyib ile birlikte “Dünya Barışı ve Birlikte Yaşama İçin İnsan Kardeşliği” adlı Abu Dabi Bildirgesi’ni imzaladı.
Büyük bir takdirle karşılanan bu belge, tüm insanları kardeş olarak kabul ederek gelecek nesillere karşılıklı saygı kültürünü ilerletme konusunda rehberlik ediyor. Tüm dünyadaki “iyi niyetli insanlar” adına ve özellikle de “yetimler, dullar, mülteciler, evlerinden ve ülkelerinden sürgün edilenler; savaş, zulüm ve adalete karşı mağdur olanlar; korku içinde yaşayanlar, savaş esirleri ve işkence görenler” için “hoşgörü ve barış içinde bir arada yaşama kültürü” çağrısında bulunuyor.
Abu Dabi Bildirgesi’nin ardından, tüm insanlığın ortak bir kaderle birbirine bağlı olduğunu bir kez daha gözler önüne seren COVID-19 pandemisi yaşandı. İnsanları ortak bir acı içinde bir araya getiren bu süreç, Papa Francis’in ortak insanlık mesajını yayma konusundaki kararlılığını daha da pekiştirdi.
Francis, pandemi sonrası yayımladığı Fratelli Tutti (Hepimiz Kardeşiz) genelgesinde, pandeminin küresel ekonominin yanılmaz olmadığını kanıtladığını ve dünyanın geleceğinin yalnızca piyasa özgürlüğü tarafından belirlenen ekonomik ortodokslara dayanarak inşa edilemeyeceğini vurguladı. Aksine, “finansın emirlerine tabi olmayan sağlıklı bir siyasi hayatı” yeniden tesis etme gerekliliğine dikkat çekti. Ona göre, adaletsizlik yapılarının yıkılması ve “ortak bir kader inşasında dışlanmışları dahil etmekten” kaynaklanan yeni bir ahlaki aciliyet duygusunun ortaya çıkması şarttır. Tüm insanların dünyanın her yerinde onur ve haklarına saygı gösterilmelidir.
Ancak dünya, Francis’in bu uyarısına kulak vermedi ve COVID-19 felaketinden ne yazık ki yeterince ders almadı. Aksine, pandemi sonrası dönemde birçok insanın sosyal, politik ve ekonomik koşulları daha da kötüleşti. Ortak insanlığımıza ve paylaştığımız kadere dair daha derin bir anlayış ve takdir gelişmek yerine, pandemi sonrası dünya daha fazla şiddet, savaş, milliyetçilik ve hoşgörüsüzlük ile tanımlanır hale geldi. Pandemiden bu yana, sosyal hiyerarşiler daha da katılaştı, kimlikler daraldı ve zaten işlevsiz olan küresel sistem, ülkeler ve halklar arasındaki bölünmeleri, adaletsizliği, yoksulluğu ve gerilimi körüklemeye daha yatkın hale geldi.
Papa Francis, son birkaç yılda, pandemi sonrası dünyanın “parça parça yürütülen üçüncü dünya savaşını” yaşadığını ve bunun kayıtsızlık kültürüyle beslendiğini defalarca dile getirdi. Ukrayna’daki savaşın sona ermesi için yaptığı çağrı sırasında olduğu gibi, masum insanların anlamsızca öldürülmesi karşısında insanları ağlamaya davet etti. İtalya’nın Lampedusa kıyılarında, savaş ve yoksulluktan kaçarken boğulan sayısız insan için de gözyaşı döktü. 2013’ten beri Katolik Kilisesi’nin lideri olan Francis, yorulmadan, hepimizin Tanrı’nın çocukları olduğumuzu ve her hayatın paha biçilemez bir değer taşıdığını ifade etmeye devam etti.
Bugünlerde, bu mesajını bir kez daha Gazze’ye yaptığı günlük telefon görüşmeleriyle iletiyor. Hastane odasından bile sürdürdüğü bu görüşmeler, Gazze’nin yaralı, korkmuş ve aç halkıyla dayanışma içinde olduğunu gösterirken, aynı zamanda dünyaya, varoluşun en dış sınırlarında yaşam mücadelesi veren insanların dramını hatırlatma çabasıdır.
Savaşın yıkıcı sonuçlarına maruz kalan insanları küresel dikkat merkezine yerleştirme arzusu, 2023’te Papa Francis’i Afrika’nın en uzun savaşına sahne olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne ve on yılı aşkın süredir barış, ilerleme ve refah yüzü görmemiş Güney Sudan’a tehlikeli seyahatler yapmaya sevk etti.
Ocak ayında yayımlanan Umut adlı otobiyografisinde, Francis, savaş mağdurları, mülteciler ve göçmenlerin acılarından neden bu kadar etkilendiğini daha ayrıntılı bir şekilde dile getirdi. Kendi ailesinin de savaşlar, sürgün, göç, ölümler ve kayıplarla şekillenen bir geçmişe sahip olduğunu ve onları İtalya’dan Arjantin’e göç etmeye zorlayan bu zorlukların, hayatına yön verdiğini anlattı. Bu dışlanmışlık ve kırılganlık deneyimi, onun papalığını, savaş bölgelerinde acı çeken insanların ve göçmenlerin ıstırabını merkeze alma kararlılığıyla şekillendirdi.
Francis, ayrıca dünya güçlerinin ikiyüzlülüğünü de sert bir dille eleştirdi. Çünkü Gazze’den Ukrayna’ya, Sudan’dan Kongo’ya kadar dikkat çekmeye çalıştığı felaket niteliğindeki savaşların çoğunda, savaş mağdurlarına insani yardım gönderen ülkeler, aynı zamanda bu mağdurların öldürülmesinde ve toplumlarının yok edilmesinde kullanılan silahları tedarik eden ülkelerdi. Dahası, bu silahları sağlayan ülkeler, çoğu zaman savaş mültecilerini kabul etmeyi de reddeden ülkelerdi.
Bugün dünya, Papa Francis’in liderliğine ve barış, kardeşlik ve dayanışma mesajına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. Dünya, ancak şiddetten uzak, ilişkileri onarmaya, güven inşa etmeye ve tarihi adaletsizlikleri çözmeye odaklanan yeni bir paradigmaya geçerek içinde bulunduğu krizden çıkabilir. Francis, her zaman bu değişimi savunanlar için bir yol gösterici olmuştur çünkü onun mesajı hep tutarlı olmuştur: İnanç ile şiddet bir araya gelemez ve savaş, insanlığın her zaman bir yenilgisi olmuştur.
Bugünlerde, dünyada daha fazla savaş, bölünme, çatışma ve adaletsizlik çağrısı yapan birçok güç var. Örneğin, Papa Francis’in Roma’daki hastane yatağından Gazze halkına kutsamasını gönderdiği aynı hafta, ABD Başkanı Donald Trump hâlâ onların vatanlarından sürülmesini içeren büyük planını hevesle tanıtıyordu.
Francis, acı çekenlere umut mesajı gönderip onların iyileşmesi için dua ederken, Trump ve onun gibiler şiddet yapılarını daha da güçlendirmek ve savaş mağdurlarının ve yoksulların basitçe ortadan kaybolmasını sağlamak için çalışıyorlardı.
Sonuç olarak, zamanımızın en önemli sorusu şudur: Biz insanlar, diğer insanlara nasıl muamele edeceğiz? Onları, eşit değere sahip bireyler olarak mı, yoksa ırkları, kültürleri, sosyal konumları veya dinleri nedeniyle “kişilikten yoksun” varlıklar olarak mı göreceğiz? Filozof Judith Butler’ın da ustalıkla açıkladığı gibi, günümüzde şiddete maruz kalan pek çok kişi, içinde bulundukları toplum tarafından “yas tutulmaya değer görülmeyen” insanlar olarak görülüyor. Butler’a göre, bir toplum, tek bir kişiyi bile bu şekilde çerçevelediğinde, o toplum her hayatın değerli olduğu gerçeğini kaybetmiş olur. Bu nedenle, savaş ve baskının kurbanlarını gördüğümüzde, ortak kırılganlığımızı fark etmek yerine, bazı nüfus gruplarının yaşamlarını “tam anlamıyla hayat olarak” görmemeye başlarız. Butler, “Böyle hayatlar kaybedildiğinde, onlar için yas tutulmaz,” diye yazar, “çünkü ölümlerini meşrulaştıran çarpık mantık, bu nüfus gruplarının kaybını, ‘yaşayanları’ korumanın bir gerekliliği olarak sunar.”
Gazze’de ve dünyanın birçok yerinde, pek çok hayatın toplumlarımız tarafından “yas tutulmaya değer” görülmediği bir dünyada, Papa Francis, bize ortak insanlığımızı ve paylaşılan kaderimizi hatırlatan bir ışık kaynağıdır. Ne kadar süre daha bu dünyada kalacağını kimse bilmiyor, ancak yoksulları, zayıfları ve ihtiyaç sahiplerini merkeze koyma mirasının ve derinleşen bölünmelere ve artan şiddete rağmen barış, kardeşlik ve bir arada yaşama özleminin, onu çok uzun yıllar aşacağı kesin.