Geçtiğimiz hafta Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Washington’da ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile yaptığı görüşmeler, savunma, ticaret ve bölgesel meseleler de dahil olmak üzere geniş bir yelpazeyi kapsadı.
Ankara ve Washington’daki diplomatik koridorlar, Cumhurbaşkanları Recep Tayyip Erdoğan ve Donald Trump’ın karşılıklı ziyaretlerine hazırlanmakla meşgul. Geçtiğimiz hafta iki liderin yaptığı telefon görüşmesi, Türk yetkililer tarafından “oldukça olumlu”, ABD tarafından ise “dönüştürücü” olarak tanımlandı. Türk-Amerikan ilişkilerinin açıkça yeni bir yöne girdiği ve farklı bir boyut kazandığı görülüyor.
İki NATO müttefiki arasındaki ilişki, çoğunlukla her iki tarafın uzun bir şikayet listesine dayanan yapısal sorunlar etrafında şekilleniyor. ABD’de her yönetim değişikliğinde bu sorunlar ya çözümsüz kalıyor ya da daha da kötüleşiyor.
Bu sorunlardan biri Suriye Arap Cumhuriyeti. Fidan, Trump’a ABD askerlerinin Suriye’den çekilmesi gerektiğini söyledi; bu adım Washington açısından daha maliyet etkin olurdu. Türkiye, açıkça ABD’ye, bölge ülkelerinin DEAŞ’la mücadelede tam sorumluluk aldığını ve dolayısıyla ABD’nin Suriye’deki varlığını veya PKK’ya verdiği desteği militanlarla mücadele bahanesiyle meşrulaştırmasına artık gerek kalmadığını ifade ediyor. Suriye’deki dinamikler Türkiye lehine ciddi biçimde değiştiğinden, Trump ikna edilebilir. Zira Türkiye, artık ABD’nin iş birliği yapması gereken giderek daha önemli bir ülke konumunda.
İkinci bir görüş ayrılığı noktası ise Rusya. Biden yönetimi döneminde Ankara’nın Moskova ile kurduğu yakın siyasi ve ekonomik ilişkiler bir gerginlik kaynağıydı. Ancak Trump, Moskova’ya farklı bir pencereden bakıyor ve Ankara bunu bir fırsat olarak görüyor. Rus, Türk ve Amerikan liderlerinin liderlik tarzları incelendiğinde, siyasete yaklaşım biçimlerinde farklardan çok benzerlikler olduğu görülüyor. Türkiye ve ABD, liderler arasındaki kişisel ilişkilerden tıpkı Türkiye ile Rusya arasındaki gibi faydalanmak istiyor gibi görünüyor.
Üçüncü çözülememiş mesele ise savunma sanayi iş birliğinin önündeki engeller. Ankara, ABD’den yaptırımların kaldırılmasını ve “Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası” (CAATSA) ile F-35 programı hakkında teknik görüşmelere başlanmasını bekliyor. Trump, ilk başkanlık döneminde Türkiye’nin 2019’da Rus yapımı S-400 hava savunma sistemini satın almasının ardından yaptırım uygulamaktan kaçınmıştı. Ancak ilişkilerde yaşanan ciddi gerilim sonrası, 2020 yılında yaptırımlar yürürlüğe girdi. Bu bozulmada birçok unsur etkili oldu: ABD’nin Suriye’de Ankara’nın tehdit olarak gördüğü Kürt milislerle iş birliği yapması, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve İbrahim Anlaşmaları gibi gelişmeler. Ankara’nın bu gelişmelere gösterdiği sert tepkiler, Trump’ın Türkiye’ye yaptırım uygulama ve Türkiye’yi hem üreticisi hem de alıcısı olduğu uluslararası F-35 programından çıkarma kararını doğrudan etkiledi.
Tüm bu zorluklara rağmen savunma iş birliği, Türk-Amerikan ilişkilerinin temel taşını oluşturuyor. Türkiye’nin NATO’ya kabulü, ülkenin askeri gücü ve stratejik konumu nedeniyle ABD tarafından güçlü şekilde desteklenmişti. Özellikle mevcut jeopolitik ortamda, iki ülke de bu iş birliğinin bozulmasına tahammül edemeyeceklerinin farkında. Nitekim Rubio, Türkiye’den Ukrayna’daki barış girişimlerine destek istedi.
Fidan’ın ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, “tüm zorluklara ve iki ülke arasındaki iş birliğini zehirlemeye çalışan lobilere rağmen” Türkiye ile ABD’nin bölgesel istikrar için anlamlı bir iş birliği gerçekleştirmesi gerektiğini ve gerçekleştireceğini belirtti. Bu ifade, lobilerin Türk-Amerikan ilişkilerindeki rolüne dikkat çekti.
ABD’nin siyasi sistemi, baskı gruplarının ve lobilerin politika yapım süreci üzerinde ciddi etki sahibi olmasına olanak tanıyacak şekilde yapılandırılmıştır. ABD dış politikasını etkilemek isteyen ülkeler, genellikle Kongre veya Beyaz Saray nezdinde lobicilik faaliyetleri yürütür. Türk-Amerikan ilişkilerinde özellikle Ermeni, Rum ve Yahudi lobileri oldukça etkilidir. Ermeni lobisi, Türkiye ve Azerbaycan karşıtı gündemlerle öne çıkarken; Rum lobisi, Ege Denizi ve Kıbrıs gibi Türk-Yunan anlaşmazlıklarına odaklanır. Yahudi lobisi ise tarihsel olarak Türk-İsrail ilişkilerini desteklemiş olsa da, özellikle Gazze savaşı nedeniyle bozulan ilişkiler sonucunda artık farklı bir tutum sergilemektedir.
Ancak meselelerin özünde, Türkiye ile ABD’nin siyaset üstü biçimde maddi çıkarları öncelemesi yatıyor. Fidan’ın ziyareti, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve diğer muhalefet figürlerinin gözaltına alınmasıyla başlayan ve son on yılın en büyük protestolarına sahne olan bir dönemde gerçekleşti. ABD Dışişleri Bakanlığı ise bu konuda “başka bir ülkenin iç karar alma süreçlerine dair yorumda bulunmayacaklarını” açıkladı. Bu, dikkat çekiciydi; çünkü ABD, normalde Türkiye’nin iç siyasetine dair yorum yapma fırsatını kaçırmazdı. Bu durum, Trump yönetiminin dış politikada sergilediği pragmatik yaklaşımı ve siyaset yerine maddi çıkarlara odaklanma tutumunu açık biçimde yansıtıyor.
Eğer Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönem başlayacaksa, bu ancak ulusal ve bölgesel çıkarları karşılıklı olarak gözeten samimi bir yakınlaşmayla mümkün olabilir. Ancak böyle bir yakınlaşma, Türk-Amerikan ilişkilerinde ve genel olarak Orta Doğu’da anlamlı bir değişime yol açabilir. Ne var ki, Türk-Amerikan ilişkilerinde her yakınlaşmanın içinde gizli bir uzaklaşma potansiyeli taşır. Detaylarda gizlenen şeytan ise, Trump yönetiminin politikalarının öngörülemezliği ve bölgesel dinamiklerin belirsiz gelişimidir