Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez’in 2024-2025 adli yıl açılışında yaptığı konuşma, hukuk ve adalet reformlarına duyulan ihtiyacın altını çizen bir manifesto niteliği taşıyor. Kerkez’in “Ülkemizin daha demokratik ve çağdaş bir anayasaya ihtiyacı vardır” sözleri, sadece hukuki bir çağrı değil, aynı zamanda toplumun her kesimini ilgilendiren bir reform beklentisini de yansıtıyor.
Bu noktada Türkiye’nin mevcut anayasal çerçevesinin günümüz demokrasi, insan hakları ve hukuk devletine uygunluk bakımından ne kadar yeterli olduğu sorgulanmalıdır. Anayasa, toplumun temel hak ve özgürlüklerini garanti altına almalı, bireylerin devlete karşı korunmasını sağlayacak güçlü mekanizmalar içermelidir. Kerkez’in vurguladığı gibi, yeni anayasa süreci kapsayıcı olmalı, toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla şekillendirilmelidir. Ancak bu şekilde gerçek bir toplumsal mutabakat sağlanabilir ve demokratik meşruiyet tesis edilebilir.
Liyakat ve Adalet İlişkisi
Adaletin liyakatle sağlanması gerektiğine dikkat çeken Kerkez’in, “Adalet liyakattir, liyakat adalettir” sözleri, yargı sisteminin bel kemiğini oluşturan bu ilişkiyi açıkça ortaya koyuyor. Liyakat, yalnızca hak edenlerin görev almasını değil, aynı zamanda adaletin toplum nezdinde güvenilirliğini de temin eder.
Ancak Türkiye’de uzun süredir tartışma konusu olan yargı mensuplarının atanma süreçlerinde liyakat ilkesine tam olarak uyulup uyulmadığı, toplumun adalet kurumlarına olan güvenini sarsan en önemli meselelerden biri olmuştur. Hakim ve savcıların sadece hukuk bilgisi değil, aynı zamanda karakter, özgüven ve toplumsal hassasiyetlere sahip olması gerektiği düşüncesi, bu görevin ne kadar kritik olduğunu gösterir. Bu süreçlerin şeffaflık ve objektiflikle yönetilmesi, yargının bağımsızlığı kadar tarafsızlığı açısından da büyük önem taşır.
Hukukun Üstünlüğü ve Demokrasi
Kerkez’in hukukun üstünlüğüne yaptığı vurgu, demokrasinin sürdürülebilirliği için olmazsa olmaz bir ilkedir. Hukukun üstünlüğü, sadece adaletin tecellisi için değil, aynı zamanda toplumda düzenin sağlanması, bireylerin geleceğe güvenle bakabilmesi için de gereklidir. Ancak hukukun üstünlüğü kavramı, sadece kanunların varlığıyla değil, bu kanunların tarafsız ve bağımsız bir yargı tarafından uygulanmasıyla hayat bulur.
Türkiye’de hukukun üstünlüğü, zaman zaman siyasi ve toplumsal gerilimlerin gölgesinde kalmış, uygulamada yaşanan aksaklıklar adalet sistemine yönelik eleştirileri beraberinde getirmiştir. Kerkez’in bu konudaki ifadeleri, hukukun üstünlüğünün sağlanmasının toplumsal huzur için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Milli Hukuk Sistemi ve Uluslararası Örnek
Yargıtay Başkanı’nın, Avrupa hukukuna uyum sağlamaktan öte, milli bir hukuk sistemi oluşturma gerekliliğine dair yaptığı vurgular, Türkiye’nin kendi özgün hukuk sistemini inşa etme hedefini ortaya koyuyor. Tarihi ve kültürel zenginliğiyle Türkiye, hukuk alanında da dünya çapında bir model oluşturma potansiyeline sahiptir. Ancak bu, yalnızca geçmişle övünmek değil, aynı zamanda modern dünyadaki hukuki gelişmeleri yakından takip etmekle mümkün olacaktır.
Burada en kritik unsur, evrensel hukuk ilkeleriyle milli hukuk değerlerinin dengelenmesidir. Avrupa hukukuna yön verme iddiası ancak bu ikili yapının sağlıklı bir entegrasyonuyla gerçekleştirilebilir.
Doğruluk ve Liyakat FETÖ Gibi Yapıları Önler mi?
Kerkez’in FETÖ ile mücadeleye yönelik açıklamaları, Türkiye’nin 15 Temmuz’dan bu yana devam eden hukuki mücadelesine dair önemli bir hatırlatmadır. Özellikle “doğruları yapmak, yanlışları bertaraf edecektir” ifadesi, adalet sisteminde objektiflik ve liyakat ilkelerine uyulmasının bu tür paralel yapılarla mücadelede ne denli önemli olduğunu vurgulamaktadır. Ancak, FETÖ gibi yapıların yeniden oluşumunu engellemek için yalnızca adalet sistemindeki reformlar yetmez; toplumsal bilinç, eğitim ve sivil alanlarda da reformların yapılması gerekmektedir.
İnsan Hakları ve Uluslararası Adalet
Kerkez’in, uluslararası adalet kavramını Gazze örneği üzerinden ele alması, Türkiye’nin yalnızca iç hukuk meselelerinde değil, uluslararası hukuk alanında da güçlü bir duruş sergilemesi gerektiğini gösteriyor. Filistin’de yaşanan zulümlere dikkat çeken Kerkez’in “ilahi adalette zaman aşımı yoktur” ifadesi, evrensel adaletin geçerli olduğu bir dünya düzeni talebini de beraberinde getiriyor. Türkiye’nin uluslararası hukuktaki konumunu güçlendirecek adımlar, sadece kendi sınırları içinde değil, küresel anlamda da adaletin tecellisine katkı sağlayacaktır.
Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez’in konuşması, Türkiye’nin hukuk sistemindeki temel meseleleri yeniden masaya yatırmamız gerektiğini gösteriyor. Yeni bir anayasa ihtiyacı, adaletin liyakatle sağlanması, hukukun üstünlüğünün tesisi ve uluslararası adalet arayışı gibi başlıklar, önümüzdeki dönemde tartışılması gereken temel meselelerdir. Bu süreçte toplumsal mutabakat ve şeffaflık, Türkiye’nin daha demokratik ve özgürlükçü bir hukuk düzeni oluşturmasında kilit rol oynayacaktır.