Türkiye’nin diplomasi sahnesi bir kez daha sahnelenen Rusya–Ukrayna müzakerelerine ev sahipliği yaparken, liderlerin yokluğu ve teknik heyetlerin rolü barış umutlarını gölgeledi. İngiliz basınında Kremlin’in suikast kaygısıyla Putin’in İstanbul’a gelmekten kaçındığı iddiası ya da “Zelenski’yle yüzleşmeye çekingen davranıyor” söylemleri, bu sürecin özündeki iki temel hususu ortaya koyuyor: Güvensizlik ve stratejik hesap.
Bir Merkezi Sahte İttifak
Cumartesi gecesi aniden gündeme sürülen “İstanbul barış görüşmeleri” önerisi, pek çok gözlemci tarafından Putin’in üzerindeki AB ve ABD baskısını hafifletme hamlesi olarak yorumlandı. Lider düzeyinde bir araya gelme beklentisi aslında masaya konmuş “koşulsuz ateşkes” talebini zayıflatmak içindi. Gönderilen heyetin dışişleri bakanı, savunma şefi veya üst düzey siyasetçilerden ziyade teknik uzmanlardan kurulması, görüşmenin diplomatik anlamda ne kadar yüzeysel tutulduğunun da göstergesi oldu.
Koşulsuz Ateşkese Yaslanan Bir Tuzağın Anatomisi
Rus tarafının en büyük endişesi, koşulsuz bir ateşkes ilan edildikten sonra Avrupa’nın ve ABD’nin Ukrayna’yı yeniden silahlandırarak zaman kazanmaya çalışması. 2014–2015 Minsk süreçlerinde yazılı garantilerin işletilmemesi ve Ukrayna’nın silahlandırılması, Moskova’yı derin bir kuşkuya itiyor. Sahadaki askerî üstünlük geçici de olsa Rusya’nın elini güçlendirse de, Moskova’nın “tam boyutlu bir barış” önkoşulsuz değil, kapsamlı bir anlaşmaya bağlanana dek masaya oturmayacağı netleşti.
Zelenski’nin Alan Savunması mı, Diplomatik Savunması mı?
Ukrayna Cumhurbaşkanı, Türkiye’ye gelerek barış masasını kurmaya hazır olduğunu kamuoyuna net biçimde ilan etti. “Her türlü ateşkes ve müzakereye açığım” diyen Zelenski’nin çabası, aslında “barış istemeyen tarafın Rusya olduğu” algısını güçlendirmeye yönelik stratejik bir hamle. Beyaz Saray’da, Brüksel’de ve Vatikan’da Zelenski’nin bu diplomatik inisiyatifi, ABD Başkanı Trump’a ve AB liderlerine “Rusya’nın uzlaşmazlığını” hatırlatıyor. Ancak bu hamle, liderlerin masaya oturmasını garantilemiyor; aksine bekletilen bir aksiyon filmi gibi izleyiciyi sahicilikten uzak tutuyor.
Türkiye’nin Rolü ve İkilemi
Dünyada “barışın adresi” olarak lanse edilmeye çalışılan İstanbul, liderlerin yokluğu yüzünden araçsallaştırıldı. Türkiye, tarafları bir araya getirerek bölgesel arabuluculuk itibarını güçlendirmek istiyor; ancak bu itibar, fiilen gerçekleşmeyen lider görüşmeleriyle gölgelendi. Türkiye’nin hem Batı hem de Rusya nezdindeki dengesi, görüşmelerin ne kadar “ciddî” olduğuna dair algıyı doğrudan etkiliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin jeopolitik statüsü, müzakere masasının gerçekliğiyle ters orantılı bir biçimde dalgalanıyor.
Güvensizliğin Ötesinde Bir Çözüm Tasavvuru
Diplomasi tarihindeki örnekler, liderlerin sahne almasının arka planın tamamlandığına dair güven verdiğini gösterir. Dayton (1995) veya Karabağ’daki üçlü mutabakat metni (10 Kasım 2020) gibi süreçlerde ateşkes, kapsamlı bir barış anlaşmasının parçası olarak kabul edilmişti. İstanbul’da beklenti yaratan bu gösteri niteliğindeki davet, gerçek bir müzakere sürecinin gerektirdiği güven inşasını ve siyasi iradeyi bir türlü sağlayamadı.
Sonuç: Ne Kadar ‘Barış Merkezi’?
Görünen o ki, İstanbul’un “barış merkezi” statüsü şimdilik bir söylemden ibaret kalacak. Putin’in gelmemesi güvensizliğin, Zelenski’nin baskın anlatısı ise diplomatik manevranın ürünü. Türkiye, bu açmazda taraflar arasında köprü olma rolünü bir adım öteye taşıyamadı. Barış, liderlerin görünürlüğü kadar, masadaki şartların somut güven tekliflerine dayandığı bir gerçekliktir. İstanbul’da yaşananlar, bu gerçekliğin gölgede kalmaya devam ettiğini bir kez daha gösterdi.