Milyonerlerin Çağı: Türkiye’de Gelir dağılımı Nereye Gidiyor?
Nisan 2025 itibarıyla Türkiye’de 2,4 milyona yakın milyoner yaşıyor. Bu sayı, sadece bir yıl önce 1,6 milyondu. Yani ülke sınırları içinde ve dışında servet sahibi bireylerin sayısı sadece 12 ayda %49 oranında arttı. İlk bakışta bu durum, “zenginleşen Türkiye” izlenimi verebilir. Ancak detaylara bakıldığında, ortaya çıkan tablo ekonomik büyümeden çok, derinleşen eşitsizliğe işaret ediyor.
Bir Yılda 744 Bin Yeni Milyoner: Büyüme mü, Ayrışma mı?
Yurt içi yerleşik milyoner sayısı bir yılda 744 bin kişi artmış durumda. Bu kişilerin ortalama mevduat büyüklüğü 7 milyon 230 bin TL. Toplam mevduatları ise 15,7 trilyon TL’ye ulaşmış. Öte yandan, BDDK verilerine göre Türkiye’deki toplam mevduatların %78’i sadece bu 2,1 milyon kişiye ait.
Bu durum, ekonomi politikalarının ve finansal sistemin yüksek gelirli kesimleri daha da zenginleştirdiğini gösteriyor. Sadece son beş yılda, yüksek servet grubunun toplam içindeki payı %55’ten %70’e yaklaştı. Aynı süreçte, 10 bin TL altı mevduata sahip bireylerin sisteme katkısı %2,69’dan %0,7’ye kadar düştü. Yani alt gelir grupları neredeyse ekonomik görünmezlik noktasına geldi.
İki Türkiye: 7 Milyonla Yaşayanlar, 7 Binle Yetinenler
Bu veriler, Türkiye’de servetin nasıl kutuplaştığını çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. 2 milyon kişi toplam mevduatın dörtte üçüne sahipken, 163 milyon banka hesabında 10 bin TL’nin altında para bulunuyor. Bu sayı, Türkiye nüfusundan fazla olması nedeniyle bazı kişilerin birden fazla düşük tutarlı hesabı olduğunu gösteriyor ancak gerçek bir servet dağılımına işaret etmiyor.
Burada sadece sayısal bir uçurumdan değil, toplumsal dokuda açılan derin bir yarıktan söz ediyoruz. Çünkü bu tablo, sadece zengin ile yoksul arasındaki farkı değil, ekonomik güvenlik ile kırılganlık arasındaki çizgiyi de keskinleştiriyor. Bir tarafta tasarrufunu dövize, altına ve mevduata yönlendiren bir sermaye sınıfı; diğer tarafta günübirlik harcamalarla yaşayan, birikim yapamayan milyonlar.
Sistemin Tercihleri: Servet Üzerine Kurulu Bir Ekonomi
Mevcut ekonomik yapı, üretimden çok finansallaşmaya, emeğin değil sermayenin büyümesine dayalı. Özellikle döviz ve kıymetli maden hesaplarındaki artış, yatırım araçlarının artık sadece bir tasarruf aracı değil, bir korunma refleksi olduğunu gösteriyor. TL’ye olan güvenin azalması ve servet sahiplerinin dövize yönelmesi, orta sınıfın daha da erimesine neden oluyor.
Merkez Bankası ve BDDK verileri, zenginlerin daha fazla kazandığını, yoksulların ise sistem dışında kaldığını teyit ediyor. Bu trend, sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda sosyal barış ve demokratik temsil açısından da ciddi riskler barındırıyor. Çünkü gelir eşitsizliği, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasal bir kutuplaşmayı da besliyor.
Sonuç: Zenginleşen Bir Azınlık, Güvencesizleşen Bir Çoğunluk
Sonuç olarak, Türkiye’de artan milyoner sayısı, ekonomik refahın topluma yayıldığını değil, belli bir kesimde yoğunlaştığını gösteriyor. Bu, büyüyen bir pastanın eşit paylaşıldığı değil, aynı pasta içinde daha az kişinin daha büyük dilimlere ulaştığı bir ekonomi anlamına geliyor.
Gelir ve servet eşitsizliği derinleştikçe, sosyal huzur, tüketim dengesi ve politik temsil gücü de olumsuz etkileniyor. Bu yüzden mesele sadece “kaç milyonerin olduğu” değil; kimlerin sistemin dışında bırakıldığı, kimin büyüyen ekonomiden ne pay aldığı meselesidir. Türkiye ekonomisinin geleceği, bu sorulara vereceği cevaplarla şekillenecektir.