İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri operasyonlarının bir parçası olarak, Hamas’ın önde gelen isimlerinden Yahya Sinvar’ın öldürülmesi, bölgedeki gerilimi daha da artıran bir gelişme olarak dikkat çekiyor. Sinvar, İsrail ile çatışmalarda sertliğiyle bilinen bir liderdi. Genç yaşında İsrail hapishanelerinde 22 yıl geçirmiş ve serbest bırakıldıktan sonra Hamas’ın askeri ve güvenlik yapısını güçlendiren önemli figürlerden biri haline gelmişti. Onun öldürülmesi, hem Hamas’ın liderlik kadrosunu sarsma girişimi hem de İsrail’in Hamas’a yönelik “başsız bırakma” stratejisinin bir parçası olarak yorumlanabilir.
Neden Bu Suikastler Zinciri?
İsrail’in suikastler zincirini sürdürmesinin birkaç temel nedeni var. Birincisi, Hamas’ın askeri ve istihbarat altyapısını zayıflatmak. Sinvar gibi kilit isimlerin öldürülmesi, örgütün operasyonel kapasitesini olumsuz etkileyebilir. Ancak bu tür suikastler, Hamas’ın daha radikal tepkiler vermesine de yol açabilir. Özellikle Gazze’deki halk üzerinde bir “şehitlik” etkisi yaratarak, direnişi daha da güçlendirme potansiyeline sahiptir.
Bir diğer neden ise İsrail’in bölgesel stratejilerine yön vermek isteyen dış güçlerin etkisi. ABD ve İngiltere gibi ülkelerin İsrail’in hamlelerini desteklemesi, suikastlerin arkasındaki uluslararası boyutun göz ardı edilemeyeceğini gösteriyor. Özellikle ABD’nin bölgedeki varlığını artırması ve yeni hava savunma sistemleri göndermesi, bu hamlelerin daha geniş bir jeopolitik stratejinin parçası olduğunu düşündürüyor.
Suikastlerin Arkasındaki Daha Büyük Plan
Bölgede yalnızca askeri hamlelerle sınırlı kalmayan bir yeniden şekillendirme çabası mevcut. İsrail’in hedefi, Orta Doğu’daki güç dengelerini kendi lehine değiştirmek. Özellikle ticaret yolları ve enerji kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek gibi ekonomik motivasyonlar da bu stratejilerin arkasında yer alıyor. Hindistan’dan başlayan ve Avrupa’ya uzanan ticaret koridorlarını kontrol altına alabilmek için bölgedeki istikrarsızlık, bazen bir araç olarak kullanılabiliyor.
Siyonistler ve Teolojik Destek
Sinvar’ın öldürülmesi, aynı zamanda Siyonist hareketin ABD ve dünya çapındaki Evangelist Hristiyanlarla birlikte yürüttüğü “kutsal” bir mücadele olarak da görülüyor. Bu kesimler, İsrail’in genişleme politikalarına teolojik bir zemin hazırlayarak, Tanrı tarafından vadedilen toprakların yeniden ele geçirilmesi gerektiği söylemini destekliyorlar. Bu inanç temelli söylemler, dışarıdan alınan desteği artırmaya yönelik bir araç olarak kullanılıyor.
İran ve Bölgesel Gerilimler
İsrail’in bu tür suikastlerle Hamas’ı hedef alması, daha geniş bir çatışma olasılığını da beraberinde getiriyor. Özellikle İran’ın, Hamas’a verdiği destek ve bölgedeki etkinliği göz önünde bulundurulursa, suikastler zincirinin Tahran’ı da hedef alabileceği endişesi büyüyor. Ancak bu noktada, İran ile İsrail arasında doğrudan bir savaşa girilmesi, büyük güçler açısından enerji hatlarının güvenliği gibi nedenlerle şu an için pek olası görünmüyor.
Suikastlerin İsrail İç Politikasına Etkisi
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun bu tür hamlelerle iç politikadaki konumunu güçlendirmeye çalıştığı aşikar. 7 Ekim’den önce yargılanması muhtemel olan Netanyahu, son gelişmelerle birlikte kendisini “21. yüzyılın Hitler’i” olarak tanımlayan eleştirilere maruz kalıyor. Ancak savaş ve terörle mücadele söylemi üzerinden oluşturulan yeni politik atmosfer, onun iktidarını pekiştirmesine olanak tanıyor. İsrail halkı arasında oluşan güvenlik endişesi ve dış tehdit algısı, Netanyahu’nun “güçlü lider” imajını destekliyor.
Sonuç: Bölgesel Dengelerin Kırılganlığı
Sinvar’ın öldürülmesi, Orta Doğu’daki mevcut denklemi yeniden karmaşıklaştıran bir adım oldu. Bu suikastin bölgesel çatışmaları tırmandırma ve yeni çatışma alanları yaratma potansiyeli yüksek. İsrail’in, Hamas gibi grupları hedef alarak kendisine yönelik tehditleri bertaraf etme stratejisi, kısa vadede başarılı sonuçlar verse de uzun vadede daha büyük ve kontrol edilemez çatışmalara yol açabilir.
Bölgede barış ve istikrarın sağlanabilmesi için yalnızca askeri önlemler yeterli değil. Birleşmiş Milletler’in daha etkin ve adil bir rol oynaması, uluslararası toplumun da adaletli bir çözüm üretme sorumluluğunu üstlenmesi gerekiyor. Ancak şu anki tablo, bunun henüz mümkün olmadığını gösteriyor.