Dünya nefesini tutmuş durumda. Ukrayna’da süregelen savaş, adeta küresel dengeleri altüst ediyor. NATO’nun Ukrayna’ya sağladığı uzun menzilli füzelerle Rusya’nın vurulması, Moskova’nın sabrını taşırmışa benziyor. Kremlin’den gelen “nükleer doktrinde değişiklik” açıklaması, Batı’nın uykularını kaçıran bir tehdit olarak masada duruyor. Üstelik Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuyla ilgili jet hızıyla yaptığı açıklama, Türkiye’nin bu karmaşık denklemin içinde ne kadar hassas bir noktada olduğunu bir kez daha gösterdi.
Kader mi? Strateji mi?
Tartışmanın özünde şu var: Coğrafya gerçekten kader mi? Türkiye gibi jeopolitik olarak “ateş hattında” yer alan bir ülke için bu tartışma yeni değil. Ancak uzmanların önerisi net: Coğrafya kader olabilir, ancak bu kaderi şekillendirmek de bizim elimizde. Savunma Sanayiindeki ilerlemeler, Türkiye’nin kendi iradesini ortaya koyma becerisiyle doğrudan bağlantılı. Bu, sadece ulusal bir strateji değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel bir güç vizyonu anlamına geliyor.
Nükleer Kart Masada
Rusya’nın nükleer doktrinde yaptığı değişiklik, savaşın boyutunu bambaşka bir seviyeye taşıdı. Moskova’nın mesajı net: Eğer NATO, Ukrayna’ya verdiği destekle Rusya’yı köşeye sıkıştırmaya devam ederse, bu bir nükleer yanıtla karşılık bulabilir. Putin’in bu hamlesi, “konvansiyonel bir gücün nükleer bir tehditle desteklenmesi durumunda, karşılığında nükleer bir saldırı yapılabileceği” şeklinde özetleniyor.
Dahası, Kuzey Kore’nin Ukrayna savaşında sahneye çıkması, dikkat çekici bir stratejik hamle. Rusya’nın kendi kaynaklarını kullanmak yerine, binlerce Kuzey Koreli asker ve mühimmatla savaşı desteklemesi, hem lojistik hem de demografik sorunları işaret ediyor. Üstelik, bu iş birliğinin karşılığında Kuzey Kore’ye nükleer teknoloji transfer edildiği iddiaları da gündemde.
Batı’nın Çıkmazı
Batı cephesinde ise derin bir kırılganlık söz konusu. Özellikle Almanya gibi ülkeler, savaşın finansmanını üstlenirken, Rusya’ya karşı doğrudan bir askeri angajmandan kaçınıyor. Ancak bu kırılganlık, Moskova’nın elini güçlendiriyor. Putin, Batı’nın iç çatışmalarını ve kamuoyundaki savaş yorgunluğunu derinleştirmek için nükleer tehdidi bir pazarlık unsuru olarak kullanıyor. Almanya’nın seçim atmosferine girdiği bu dönemde, barış çağrılarının artması tesadüf değil.
Türkiye’nin Rolü
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu kritik dönemde yaptığı açıklamalar, Türkiye’nin hem bölgesel hem de küresel barış adına oynayabileceği arabuluculuk rolünü bir kez daha gözler önüne seriyor. Ankara, jeopolitik konumu itibariyle NATO, Rusya ve diğer güçler arasında denge politikası yürütmeye çalışıyor. Ancak bu dengeyi sağlamak, giderek zorlaşıyor.
Tarihin Kavşağında Dünya
Dünya, büyük bir kırılma noktasına doğru hızla ilerliyor. Ukrayna savaşı, sadece bölgesel bir kriz olmaktan çıktı; artık küresel bir hesaplaşmanın adı. Nükleer silah tehdidinin gölgesinde, bu hesaplaşmanın sonuçları insanlık tarihini kökten değiştirebilir. Türkiye’nin, bu süreçte hem kendi kaderini hem de bölgesel barışı şekillendirme sorumluluğunu üstlenmesi, hem bir zorunluluk hem de bir fırsat.
Bu süreçte barış mı kazanacak, yoksa Nükleer Tehditler yeni bir dünya düzenine mi yol açacak? Hep birlikte göreceğiz.