Ortadoğu’nun kızgın güneşi altında, Umman’ın başkenti Maskat’ta gerçekleşen son görüşme, ABD ile İran arasında son üç yılın en kritik diplomatik buluşmasına sahne oldu. Ancak bu görüşme, bir müzakere masasından çok, derin güvensizlik, bölgesel hesaplaşmalar ve yaklaşmakta olan bir savaşın gölgesinde yaşanan bir “ilk temas” niteliğindeydi.
Karşılıklı Sertleşen Talepler
Görüşmelerin resmi gündemi, İran’ın yüzde 60 saflığa ulaşan uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurmaktı. Bu oran, nükleer silah üretimi için gereken yüzde 90’a yalnızca bir adım mesafede. İran, bu seviyede zenginleştirilmiş uranyumla altı nükleer bomba yapabilecek kapasiteye ulaştı. ABD’nin hedefi açık: İran’ı bu noktadan geri döndürmek ve aynı zamanda balistik füze programını durdurmak, Hizbullah ve Husiler gibi vekil gruplara verdiği desteği kesmesini sağlamak. Ancak bunlar, Tahran açısından “kabul edilemez” talepler.
İran ise yıllardır uygulanan ağır ekonomik yaptırımlardan kurtulmak ve olası Amerikan askeri müdahalesine karşı garanti talep ediyor. İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’nin açıklaması netti: “Nükleer programımız geri dönülemez.” Bu söylem, herhangi bir askıya alma ya da durdurma fikrinin İran tarafından masadan kaldırıldığını gösteriyor.
Görüşme Formatı Bile Sorun
Trump yönetimi, müzakerelerin doğrudan yapılması gerektiğini savunurken, İran araya Ummanlı arabulucuların girmesini istiyor. Bu teknik detay bile aslında siyasi bir mesaj içeriyor: Tahran, Washington ile doğrudan oturmayı, ona meşruiyet kazandırmak olarak görüyor ve bunu reddediyor. Yani masa bile daha kurulmadan, taraflar pozisyonlarını sertleştiriyor.
Trump’ın Kararsız Stratejisi
Trump’ın müzakerelere yaklaşımı da oldukça çelişkili. Bir yandan görüşmelerin başladığını duyuruyor, öte yandan İsrail Başbakanı Netanyahu’yu Beyaz Saray’a davet edip, gerekirse İsrail’in İran’a askeri operasyon düzenleyeceğini söylüyor. Ardından, aynı açıklama içinde diplomatik çözümün daha iyi olacağını ifade ediyor. Bu tür söylemler, Trump’ın İran’ı dengesizleştirme stratejisinin parçası olarak değerlendiriliyor.
Ayrıca Trump yönetimi, Yemen’deki Husilere yönelik yoğun hava saldırıları düzenledi; bu saldırılar, İran’ın bölgedeki son aktif vekil gücüne doğrudan müdahale anlamına geliyor. Hatta bu operasyonlardan biri yanlışlıkla bir gazeteciye sızdırıldı. ABD ayrıca İsrail’e, Hamas ve Hizbullah’a yönelik operasyonlar için adeta açık çek verdi.
Direniş Ekseni Kırılmak İsteniyor
Trump’ın amacı açık: İran’ın vekil güçleri olan “direniş eksenini” zayıflatarak, Tahran’ı müzakere masasında elini zayıflatmak. Ancak bu yaklaşım ters tepebilir. Husilere yönelik saldırılar, bölge genelinde anti-Amerikancı duyguları körükledi. İran’ın en üst düzey güvenlik organı, ABD üslerini hedef alabileceklerini açıkladı. Bu gerginlik, sadece diplomasi sürecini değil, küresel ticareti de tehdit ediyor; zira Kızıldeniz’deki nakliye yolları giderek güvensiz hale geliyor.
Gerçekçi Olmayan Talepler ve Tıkalı Diplomasi
İran’ın bugün geldiği nükleer kapasite, 2018’de Trump’ın çekildiği JCPOA anlaşmasındaki seviyelerin çok ötesinde. O dönem yüzde 3,6 ile sınırlanan zenginleştirme oranı, bugün yüzde 60 seviyesinde. İran’ın ileri seviye santrifüjleri ve zenginleştirilmiş uranyum stoku, sadece haftalar içinde silaha dönüştürülebilecek seviyeye ulaşmış durumda.
Trump, İran’a 60 günlük bir ültimatom verdi; bu süre haziran ortasında dolacak. Ancak uzmanlar, bu sürenin hem askeri hem diplomatik açıdan bir anlam taşımadığını, daha çok seçim yatırımı niteliğinde olduğunu belirtiyor.
Sonuç: Görüşmeden Çok, Bir “Yoklama”
Umman’daki bu görüşme, klasik anlamda bir müzakere olmaktan uzak; daha çok tarafların niyetlerini ölçtüğü bir “buz kırıcı” temas niteliğinde. İran, ekonomik çöküşün eşiğinde olduğu için yaptırımların kaldırılmasını istiyor; rejimin hayatta kalması buna bağlı. Trump ise bölgedeki prestijini artırmak, İsrail’in güvenliğini güçlendirmek ve nihayetinde kendi liderliğinde bir “yeni anlaşma” mirası bırakmak istiyor.
Ancak taraflar arasındaki uçurum, Hürmüz Boğazı kadar derin. İran’ın vekil güçlerinden vazgeçmesi, nükleer programını durdurması ve ABD’ye doğrudan oturması, şu anki koşullarda hayalden ibaret. Trump’ın kışkırtıcı dili ve İran’ın kırmızı çizgileri, barış masasını daha kurulmadan devirmeye yeterli olabilir.