İsrail-İran hattındaki gerilim yeni bir aşamaya evriliyor. Bu kez mesele bir saldırıdan çok, saldırı planının ifşası. İran’ın Nükleer Tesislerine yönelik olarak Mayıs ayında planlandığı öne sürülen saldırının detaylarının sızması, sadece askeri bir kriz değil, siyasi bir hesaplaşma anlamı da taşıyor. Zira ifşanın faili olarak bizzat İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun adı geçiyor. Ortadoğu’da böyle bir gelişme, sadece bir ülkenin iç hesaplaşması değil; bölge dengelerini, küresel müzakereleri ve hatta Beyaz Saray’daki hesapları bile doğrudan ilgilendiriyor.
Sızan plana göre İsrail’in, İran’ın nükleer tesislerine yönelik ya ABD ile ortak bir hava harekâtı ya da İsrail komandolarının sahaya gireceği bir kara operasyonu hedeflediği belirtiliyor. Bu operasyonun başarılı olabilmesi için ise ABD’nin hava gücüne, özellikle de sığınak delici bomba ve uçaklara olan ihtiyaç, operasyonun tek taraflı değil, Washington’la birlikte yürütülmesini şart koşuyor. Dolayısıyla mesele, Netanyahu’nun “istememesi” değil, “yapamaması.”
İşte bu noktada siyasi denge devreye giriyor. Netanyahu, içeride aşırı sağcı ortaklarının ve muhaliflerinin baskısı altında. Eski başbakanlardan Naftali Bennett’ten Liberman’a kadar pek çok isim Netanyahu’yu söylemde sert, eylemde yetersiz olmakla suçluyor. “100 yıllık fırsat” olarak lanse edilen bu saldırının gerçekleşmemesi, Netanayhu’yu İsrail kamuoyunda “zayıf lider” konumuna itiyor. Netanyahu ise bu durumu lehine çevirmek için bir hamle yapmış olabilir: “Plan hazırdı, ama Trump yönetiminden destek çıkmadı.” Sızmanın zamanlaması da dikkat çekici: İran ile ABD arasında nükleer müzakerelerin ikinci turunun başlayacağı günün hemen öncesi.
Sızan belge sadece Netanyahu’nun elini rahatlatmakla kalmıyor, aynı zamanda Trump’a da dolaylı bir mesaj içeriyor. İsrail’deki sağcı çevrelerin uzun zamandır beklentisi olan İran saldırısı için artık topun Trump’ta olduğu ima ediliyor. Bu aynı zamanda İran’a yönelik açık bir uyarı: “Nükleer tesislerin alev almasına ne kadar yakın olduğunuzu görün.”
Netanyahu’nun iç siyasi hesapları ile ABD’nin küresel müzakere stratejileri iç içe geçmiş durumda. Trump ise alışıldık taktiğini sürdürüyor: baskıyı zirveye taşı, tehdidi büyüt, sonra müzakere et. Bu, ticaret savaşlarında da böyleydi, Grönland meselesinde de, şimdi de İran’la olan pazarlıkta. Trump’ın mesajı net: “Ya benim şartlarımda anlaş, ya da savaş ihtimalini göze al.”
Bu tablo, aslında yeni bir diplomasi biçiminin de göstergesi. Artık devletler yalnızca askeri planları gizlemekle kalmıyor, gerektiğinde bu planları kamuoyuna sızdırarak karşı tarafa açık mesaj da veriyorlar. Bu, Ukrayna Savaşı’nda da denendi, şimdi İsrail-İran hattında da uygulanıyor. Ama bu stratejiler sadece düşmanı değil, iç kamuoyunu da hedefliyor. Netanyahu, içerideki baskıya karşı “ben görevimi yaptım ama koşullar izin vermiyor” mesajını verirken, Trump da hem İran’a hem seçmenlerine “ben güçlüyüm, ama sabırlıyım” izlenimini vermeye çalışıyor.
İsrail ile İran arasında olası bir savaş, sadece iki ülkeyi değil tüm bölgeyi sarsar. Ancak bugünün Ortadoğusu’nda asıl savaş planlardan çok sızıntılarla, söylemlerden çok psikolojik üstünlükle yürütülüyor. Diplomasi artık sadece masada değil, medyada da yapılıyor.