Hindistan ve Pakistan arasında Keşmir merkezli başlayan son çatışma, sadece iki ülke arasındaki bir sınır anlaşmazlığı değil; Çin ile Amerika arasındaki büyük güç rekabetinin yeni cephesine dönüşüyor. Bu yazı, Keşmir’deki gerilimin arkasındaki jeopolitik koridorları, küresel aktörlerin pozisyonlarını ve Türkiye’nin bu denklemdeki yerini inceliyor.
Hindistan’la Pakistan arasında yıllardır süre gelen gerilim, bir kez daha sıcak çatışmaya dönüştü. Keşmir’in Hindistan kontrolündeki bölgesinde düzenlenen terörist saldırı, sadece iki ülkeyi değil, bölgeyi ve hatta küresel dengeleri sarsacak bir krizin fitilini ateşledi. Hindistan, 22 Nisan’daki saldırı sonrası 26 turistin ölümünden Pakistan’ı sorumlu tuttu ve bu gerekçeyle Pakistan topraklarına hava saldırısı düzenledi. Pakistan ise misliyle karşılık verdi.
Bu çatışma ne ilk ne de son. Ancak bu kez tablo daha karanlık. Çünkü ortada artık sadece diplomatik notalar yok, savaş uçakları, düşürülen drone’lar, yıkılan camiler ve klinikler var. Üstelik taraflar yalnız değil. Arkalarında sessiz ama kararlı güçler var: Çin ve ABD.
Pakistan, Hindistan’ın saldırılarını “kanıtsız suçlama” olarak nitelendirdi ve “karşılık verme hakkımızı kullandık” diyerek açıkça askeri müdahalede bulundu. Dikkat çekici olan, Pakistan’ın Hindistan’a ait 5 savaş uçağını düşürdüğünü ve isteseydi “10’unu da düşürebileceğini” açıklaması. Bu söylem bile tansiyonun nereye varabileceğini gösteriyor. Üstelik bu açıklamalar yapılırken iki ülkenin de nükleer silah kapasitesi herkesin zihninde asılı duruyor: Hindistan’ın 172, Pakistan’ın 170 nükleer başlığı var.
Fakat asıl mesele bu çatışmanın artık sadece iki ülke arasında kalmayacak olması. Çin, Pakistan’ın arkasında; silah ve envanter desteği sağlıyor. İsrail ise Hindistan’ın safında açıkça duruyor. ABD ise her zamanki gibi bu bölgesel kriz karşısında “üzüldük” gibi cümlelerle mesafeli. Oysa 2019’da benzer bir çatışma yaşandığında Washington anında müdahil olmuştu. Bugün aynı refleks gösterilmiyor.
Bu tepkisizlik, çatışmanın büyüme riskini artırıyor. Çünkü mesele yalnızca Keşmir’in kontrolü değil. Hindistan, özellikle Himalaya’nın batısında Çin’e karşı stratejik bir hat oluşturmak istiyor. Öte yandan Pakistan’ın elinde Çin ile olan güçlü ittifakı ve “Çin-Pakistan-Türkiye” ekseninde ilerleyen bir jeopolitik vizyon var. Burada sadece askeri güçler değil, “koridorlar” çatışıyor: İsrail-Hindistan hattı ile Çin-Pakistan-Türkiye kuşağı karşı karşıya geliyor.
- İsrail’in Batı Temsilciliği İddiası ve Türkiye’nin Tarihî Meşruiyeti: Ortadoğu’da Kimin Sözü Geçer?”
Üstelik bu çatışma, küresel üretim ve ticaret yollarının yeniden şekillendiği bir çağda patlak veriyor. Hindistan’ın, Çin’in üretim üstünlüğünü baskılayan yeni bir küresel tedarik merkezi olma planı, böylesi bir krizle büyük risk altına giriyor. Bu nedenle, mesele sadece sınır ötesi değil, harita üstünde bir çatışmadır artık.
Peki Türkiye nerede duruyor? Türkiye’nin diplomatik refleksi genellikle Pakistan’dan yana olmuştur. Tarihsel bağlar, savunma iş birlikleri ve stratejik vizyon bunu destekliyor. Ancak Türkiye aynı zamanda küresel dengeleri gözeten, denge politikası izlemeye çalışan bir aktör. Dolayısıyla Türkiye’nin pozisyonu, sadece duygusal değil, jeopolitik çıkarlar ekseninde belirlenecektir.
Özetle: Bu bir Hindistan-Pakistan savaşı değildir. Bu, Çin ve ABD’nin dolaylı kapışmasıdır. Bu, koridorların, limanların, ticaret yollarının savaşıdır. Ve bu savaş, sadece silahla değil; haritalarla, ittifaklarla, enerji hatlarıyla yürütülmektedir.