Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın (EBRD) Türkiye’ye dair yaptığı iyimser açıklamalar, yalnızca bir “güven beyanı” değil, aynı zamanda Avrupa ekonomisinin stratejik çıkarlarının da bir yansıması. EBRD yetkililerinin özellikle vurguladığı “Türkiye’nin büyümeye devam edeceği” ve “Türk bankacılık sisteminin sağlamlığı” ifadeleri, dikkatli okunması gereken mesajlar içeriyor. Bu açıklamalardan yola çıkarak, hem Türkiye’nin mevcut ekonomik dönüşümünü hem de bunun Avrupa ekonomisine etkilerini yorumlayan analitik bir çerçeve çizilebilir.
1. Türkiye ekonomisi Gerçekten Güçleniyor mu?
EBRD yetkilileri, Türkiye’nin “ortodoks ekonomi politikalarına dönüşünü” memnuniyetle karşıladıklarını söylüyor. Bu dönüş, özellikle 2021 sonrası ekonomi yönetiminin sert eleştirilere maruz kaldığı bir dönemin ardından, yeniden kurumsal ciddiyetin ve öngörülebilirliğin geri geldiği algısını doğuruyor. Türkiye ekonomisinin 2024 yılında %2.8 büyüyeceği öngörüsü ise kısa vadeli belirsizliklere rağmen bir toparlanma sinyali olarak sunuluyor.
Ancak bu büyüme “nitelik” mi taşıyor yoksa sadece “sayısal” bir hareket mi? Büyümenin sürdürülebilirliği için yapısal reformların zorunluluğu vurgulanıyor. Yani EBRD, bu iyimserliğini koşullu bir güvene dayandırıyor: Ortodoks politikalar sürdürülecek mi? Enflasyon düşürülebilecek mi? Kur istikrarı sağlanabilecek mi?
2. Türk Bankacılık Sistemi Güçlü mü? Avrupa İçin Ne Anlama Geliyor?
EBRD’nin finansal kurumlar direktörü Francis Malige, Türk bankacılık sisteminin sermaye yeterliliği, varlık kalitesi ve yönetişim standartlarını överken özellikle “reel sektöre dönüş” vurgusu yapıyor. Bu, son yıllarda banka bilançolarının daha çok kendini kurtarmaya odaklandığı dönemin sona erdiği ve tekrar girişimcilere, reel üretime kredi sağlandığı anlamına geliyor.
Bu olumlu tablo sadece Türkiye için değil, aynı zamanda Avrupa için de kritik. Çünkü Türk bankaları, Avrupa bankacılık sistemine doğrudan bağlı durumda. Türkiye’de yaşanacak bir finansal çöküş, Avrupa’daki büyük bankaların bilançolarını da doğrudan etkileyecek kadar iç içe geçmiş durumda. Yani Türkiye’nin bankacılıkta istikrarı, Avrupa finans sisteminin istikrarı açısından da bir “tampon bölge” görevi görüyor.
3. Avrupa Türkiye’yi Neden Ekonomik Olarak Dışarıda Bırakamaz?
Türkiye, resmi olarak AB üyesi olmasa da, fiilen Avrupa’nın ekonomik yapısının bir parçası konumunda. Gümrük Birliği, doğrudan yatırımlar, tedarik zinciri bağları ve finansal sistemin iç içeliği düşünüldüğünde, Türkiye’nin ekonomik yapısındaki her dalgalanma Avrupa’ya dalga dalga yayılıyor.
Dolayısıyla EBRD’nin Türkiye’ye “iyimser bakışı”, aslında Avrupa’nın kendi ekonomik çıkarlarının korunmasına dönük bir hamle. Türkiye ekonomisinin güçlenmesi, Avrupa tedarik zincirlerinin güvenliği, göç krizlerinin engellenmesi ve enerji rotalarının korunması gibi stratejik öneme sahip başlıklar açısından kritik.
4. Türkiye Ekonomisi Düşmeye mi Devam Ediyor? Yoksa Bir Dönüşüm mü Yaşıyor?
Bu sorunun cevabı zamana yayılmış durumda. Türkiye, hâlâ yüksek enflasyon, dış borç baskısı, gelir dağılımı adaletsizliği ve yatırım ortamındaki belirsizlik gibi yapısal sorunlarla boğuşuyor. Ancak EBRD’nin işaret ettiği gibi, ekonomi yönetiminde istikrar ve yapısal reform iradesi gösterilirse, bu tablo dönüşebilir.
Özellikle genç girişimciler için başlatılan 250 milyon Euro’luk finansman programı, hem sosyal hem de ekonomik yapının derinlemesine yeniden yapılandırılmasına destek verebilir. Bu program, Türkiye’de gençlerin yüksek işsizlik oranlarına bir yanıt olmanın ötesinde, Avrupa’nın çevresinde “istikrarsızlık değil, üretim ve girişimcilik” isteyen stratejisinin bir uzantısıdır.
Sonuç: Türkiye’nin Ekonomik Geleceği Avrupa’nın da Geleceği
EBRD’nin Türkiye’ye dair yaptığı açıklamalar, ekonomik iyimserliğin ötesinde jeopolitik bir stratejinin de parçası. Avrupa, Türkiye’yi ekonomik olarak kaybedemez çünkü Türkiye ekonomik olarak düştüğünde bu sadece iç kriz değil, Avrupa’nın doğusunda yeni göç dalgaları, güvenlik riskleri ve finansal kırılganlık anlamına gelir.
Tam da bu yüzden Türkiye ekonomisinin istikrarı, yalnızca içerideki ekonomi yönetimiyle değil, aynı zamanda Avrupa’nın stratejik desteğiyle de şekilleniyor. Avrupa için Türkiye, yalnızca bir pazar değil; aynı zamanda bir istikrar kuşağıdır.