ABD Başkanı Donald Trump, Amerikan üniversitelerine karşı başlattığı söylem savaşında çıtayı iyice yükseltti. Özellikle geçen yıl kampüslerde düzenlenen Filistin yanlısı gösterilerle gündeme gelen Harvard Üniversitesi’ni hedef alan Trump, üniversiteyi “yolunu kaybetmiş”, “radikal solcuların buluştuğu bir merkez” olarak niteledi. Trump’a göre Harvard artık “iyi bir öğrenim yeri” bile değil.
Bu açıklamalar sadece siyasi bir polemik değil; Amerika’daki yükseköğretim kurumları ile federal yönetim arasındaki temel bir ilkesel çatışmanın tezahürü. Mesele sadece Harvard’ın Filistin’e verdiği sembolik destek ya da Trump’ın bu destekten duyduğu rahatsızlık değil. Mesele, ABD üniversitelerinin özerkliği, ifade özgürlüğü ve akademik bağımsızlık ilkelerinin giderek daha sert biçimde siyasallaştırılması.
Trump’ın bu çıkışı, Amerika’daki “cancel culture”, kampüs ideolojileri ve sağ-sol çekişmesi gibi yıllardır süren tartışmaları yeniden alevlendirdi. Amerikan medyasında Trump’ın Harvard’a yönelik bu saldırısı, bazı kesimlerce “popülist bir kampanya hamlesi” olarak görülürken, muhafazakâr yayın organları ise Trump’ın çıkışını “üniversitelerdeki sol ideolojik tahakküme karşı bir uyanış” olarak yorumladı.
The New York Times, Trump’ın bu açıklamasının, üniversiteleri “devlet ideolojisine tam itaat” çizgisine çekme çabası olarak okunabileceğini yazdı. Aynı haberde, üniversitelerin kamu fonlarından yararlansa dahi bağımsız fikir üretme haklarının anayasal bir güvence altında olduğuna dikkat çekildi. Öte yandan Fox News gibi sağ eğilimli medya organlarında ise Harvard’daki akademik kadronun “Amerikan değerlerinden uzaklaştığı”, “millî menfaatleri tehdit eden eğilimleri teşvik ettiği” görüşleri öne çıkarıldı.
Trump’ın Harvard’a yolladığı mesaj çok açık: Üniversiteler ya bizim ideolojik çizgimize gelecek ya da finansal olarak cezalandırılacak. Columbia Üniversitesi’ne daha önce gönderilen ve “öğrenci kulüplerinden akademik kadroya kadar belirli kişilerin tasfiyesini” öneren resmi mektuplar, Columbia’nın “daha edilgen” bir tavır aldığı yorumlarına neden olmuştu. Harvard ise bu dayatmaya karşı çıkmayı seçti. Üniversite yönetimi, “özerkliğin ve fikir hürriyetinin Amerikan demokrasisinin temel taşı” olduğunu hatırlatarak bu tür baskılara boyun eğmeyeceklerini ilan etti.
Ancak bu duruşun bedeli ağır olabilir. Trump yönetimi, Harvard’a sağlanan 2,2 milyar dolarlık federal fonu ve 60 milyon dolarlık sözleşmeleri dondurma kararı aldı. Harvard ise bu adımı mahkemeye taşıdı. Şu anda federal yargı organları bu fonların askıya alınıp alınamayacağını tartışıyor. Bu dava, sadece Harvard’ın değil, tüm Amerikan üniversitelerinin geleceğini belirleyecek bir emsal teşkil edecek gibi görünüyor.
Trump’ın Harvard’a yönelik bu sert tutumu, yaklaşan seçimler öncesi muhafazakâr tabanı konsolide etme stratejisinin de bir parçası. Ancak bu strateji, Amerikan üniversitelerinin özerk yapısını ve anayasal haklarını ciddi biçimde tehdit ediyor. Bugün Harvard hedefte, yarın başka bir üniversite olabilir.
Sonuç olarak, mesele sadece Harvard’ın değil. Mesele, üniversitelerin iktidar tarafından hizaya getirilip getirilemeyeceğidir. Eğer Amerika, özgür düşünceye dayalı bir toplum olma iddiasını sürdürmek istiyorsa, üniversitelerin sesini kısmak değil, onların sesini dinlemek zorundadır.