Orta Doğu’da güç dengeleri, yalnızca askeri hareketlilikle değil, aynı zamanda diplomatik sinyallerle de şekilleniyor. Bu bağlamda son dönemde İsrail’in İran’a yönelik olası bir saldırı planı, “ABD’ye rağmen” gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceği sorusunu yeniden gündeme taşıdı. Özellikle ABD’nin Suriye’deki asker sayısını 1000’in altına indirme kararı, İsrail’de büyük bir endişe doğurdu. Zira bu karar sadece bir taktik değişikliği değil; bölgedeki ağırlık merkezinin kaydığına dair stratejik bir işaretti.
ABD’nin Çekilme Hamlesi ve İsrail’in Tepkisi
Pentagon’un “bilinçli ve koşullara dayalı bir süreç” olarak tanımladığı bu çekilme kararı, Washington’un Suriye’deki doğrudan angajmanını azaltmaya hazırlandığını ortaya koyuyor. Bu durum, hem İran’a karşı doğrudan tehdit oluşturacak askeri varlığın azalması anlamına geliyor hem de Türkiye gibi bölgesel aktörlerin manevra alanını genişletiyor. İsrail’in bu duruma tepkisi net: Tel Aviv yönetimi, ABD’nin bölgeden çekilmesinin, İran’a karşı yalnız kalma riskini artıracağını ve Türkiye gibi aktörlerin sahada daha aktif hale gelmesine neden olacağını düşünüyor.
İsrail’in İran Ajandası
İsrail’in İran’a yönelik algısı, bir güvenlik riskinin ötesinde, varoluşsal bir tehdide dayanıyor. 7 Ekim sonrası Gazze’de yürütülen operasyonlardan sonra Hizbullah’ı zayıflatan, Suriye’deki hedeflere nokta atışları yapan Tel Aviv, şimdi İran’a doğrudan yönelmek istiyor. Bu hedefe ulaşmak için ise yalnız kalmak istemiyor; ABD’nin hava ve istihbarat desteğini hayati görüyor.
Ancak Trump yönetiminin küresel angajmandan geri çekilme yönündeki politikaları, İsrail’in bu taleplerini zorlaştırıyor. Trump’ın İran’a karşı net bir saldırı politikası olmadan seçimlere ilerlemesi, Tel Aviv’i yalnız bırakıyor. İsrail iç kamuoyunda ve askeri çevrelerde bu durum ciddi bir rahatsızlık yaratıyor. Bu nedenle, bazı yorumculara göre İsrail, gerektiğinde ABD’ye rağmen İran’a saldırabilecek bir “mecburiyet” pozisyonu yaratmak istiyor.
ABD’siz Vurabilir mi?
İsrail’in hava kuvvetleri, elektronik harp yetenekleri ve istihbarat kapasitesi bakımından bölgenin en gelişmiş ordularından biri. İran’a yönelik sınırlı hava saldırıları düzenleme kapasitesine sahip. Ancak mesele, sadece teknik yeterlilik değil; sonuçları göğüsleme iradesidir. İran’ın yanıt verme kapasitesi, Hizbullah ve Haşdi Şabi gibi vekil güçlerle İsrail’e asimetrik bir tehdit oluşturuyor. Bu tehditlerin ABD desteği olmadan kontrol edilmesi İsrail için çok daha maliyetli olacaktır.
Siyasi ve Stratejik Engeller
İsrail’in İran’a saldırması halinde, ABD’nin bölgedeki çıkarları doğrudan tehdit altına girebilir. Zira Suriye’deki kalan ABD üsleri, Irak’taki diplomatik misyonlar ve Körfez’deki askeri noktalar İran destekli milisler tarafından hedef alınabilir. Bu da Washington’un istemediği, kontrolsüz bir çatışma demek. Dolayısıyla ABD, İsrail’in İran’a saldırısını sadece “karşı çıkmakla” kalmaz; fiilen engellemeye de çalışabilir.
Türkiye ve Yeni Dengeler
ABD’nin çekilmesiyle oluşan boşluğu Türkiye’nin doldurabileceği senaryosu, İsrail için başka bir endişe kaynağı. Özellikle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “ABD’nin asker bulundurması sadece engel çıkarıyor” açıklaması, Ankara’nın yeni Suriye denkleminde daha aktif olacağını gösteriyor. Bu durum, İsrail’in kendi ajandasını daha fazla yalnız yürütme zorunluluğunu doğurabilir.
İsrail, teknik olarak ABD’ye rağmen İran’ı vurabilir. Ancak siyasi ve stratejik sonuçları nedeniyle bunu “tek başına” yapması kolay değil. Tel Aviv, Washington’un desteği olmadan başlatacağı bir operasyonun maliyetlerini ve doğuracağı bölgesel kaosu göze almak zorunda kalır. Dolayısıyla İsrail’in İran’ı vurup vuramayacağı sorusunun cevabı, sadece “askeri yeterlilik” değil, aynı zamanda “bölgesel denklem” ve “Amerikan iradesi” üzerinden verilebilir. Bu noktada İsrail’in ABD’ye rağmen değil, ABD’yi ikna ederek İran’a karşı hamle yapma seçeneğini daha çok tercih edeceği söylenebilir.