Geçtiğimiz hafta Hindistan kontrolündeki Keşmir’de düzenlenen ve 26 sivilin hayatını kaybettiği terör saldırısının ardından, Hindistan ile Pakistan arasında tansiyon yeniden tehlikeli şekilde yükseldi. Saldırı, Keşmir’de sivillere yönelik son 25 yılın en ölümcül eylemi olurken, Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin “sert bir karşılık” sözü, bölgedeki askeri ve diplomatik dengeleri ciddi şekilde sarstı.
Hindistan Donanması’nın hafta sonunda gerçekleştirdiği uzun menzilli hassas füze tatbikatı, bu sert karşılık söyleminin askeri alanda da desteklendiğini gösterdi. Hindistan, yalnızca söylemde değil, fiili hazırlıkta da caydırıcılığını artırmaya çalışıyor. Tatbikatın amacı, Hindistan’ın “operasyonel hazırlığını” ve “uzun menzilli saldırı kapasitesini” dünya kamuoyuna göstermekti.
Öte yandan Pakistan tarafı da sessiz kalmadı. Pakistan Demiryolları Bakanı Hanif Abbasi’nin “nükleer cephaneliğimiz model değil, Hindistan için tutuluyor” şeklindeki açıklamaları, krizi tehlikeli bir noktaya taşıdı. Abbasi’nin sözleri, taraflar arasındaki gerilimin nükleer eşiğe yaklaşabileceği endişelerini yeniden gündeme getirdi.
Askerî Doktrinler Çatışması
Bu gerilim, iki ülkenin askeri doktrinlerinin doğrudan bir çarpışması riskini taşıyor. Pakistan’ın “Full Spectrum Deterrence” stratejisi, konvansiyonel tehditlere karşı taktik nükleer silah kullanımını öngörüyor. Hindistan’ın “Cold Start” doktrini ise ani ve sınırlı kara operasyonlarıyla Pakistan’a hızlı bir üstünlük kurmayı hedefliyor. Bu iki yaklaşımın doğası, küçük bir askeri çatışmanın dahi hızla kontrolden çıkıp daha büyük ve potansiyel olarak nükleer bir savaşa dönüşebileceği endişesini güçlendiriyor.
Dış politika analisti Michael Kugelman’ın ifadesiyle, Hindistan’ın iç kamuoyundan gelen baskılar ve saldırının ağırlığı nedeniyle sınırlı bir askeri operasyon olasılığı oldukça yüksek. Ancak bu operasyonun doğası ve Pakistan’ın vereceği yanıt, olası bir geniş çaplı savaş riskini artırıyor.
Diplomatik Cephede Tırmanış
Saldırı sonrasında Hindistan, Pakistan’a yönelik diplomatik baskıyı artırdı: İndus Suları Anlaşması’nı askıya aldı, Pakistanlı diplomatları sınır dışı etti ve vize uygulamalarını iptal etti. Buna karşılık Pakistan da benzer adımlarla yanıt verdi ve iki ülke arasındaki temel diyalog mekanizması olan 1972 tarihli Shimla Anlaşması’nı askıya aldığını duyurdu.
İki ülkenin karşılıklı olarak attığı bu sert diplomatik adımlar, doğrudan çatışma ihtimalinin sadece askeri alanda değil, diplomasi cephesinde de büyüdüğünü gösteriyor. Ayrıca Hindistan’ın Uri Barajı’ndan su salarak Pakistan kontrolündeki Keşmir’de sele neden olması, su kaynaklarının da bir savaş unsuru olarak kullanılabileceği tehlikesini ortaya koydu. Pakistan, su kaynakları üzerindeki her türlü müdahaleyi “savaş sebebi” sayacağını ilan etti.
Kriz Yönetimi ve Medya Kısıtlamaları
Olası bir askeri operasyonun hassasiyeti nedeniyle Hindistan Bilgi Bakanlığı, medya kuruluşlarına askeri hareketlilikle ilgili canlı yayın yapmamaları yönünde uyarı yayımladı. Bu adım, özellikle 1999 Kargil Savaşı ve 2008 Mumbai saldırıları gibi geçmiş krizlerde yaşanan bilgi sızıntılarının yarattığı güvenlik açıklarının bu sefer engellenmek istendiğini gösteriyor.
Sonuç: Sınırlı Çatışmadan Topyekûn Savaşa?
Bugünkü veriler ışığında geniş çaplı bir savaş ihtimali düşük görünse de, tarafların mevcut askeri ve diplomatik hamleleri, yanlış hesaplamalar veya orantısız tepkiler sonucu olayların hızla kontrolden çıkabileceğini gösteriyor. Hindistan’ın saldırıya yanıt verme arzusu ile Pakistan’ın “güçsüz görünmeme” kaygısı, iki nükleer gücün sürüklenebileceği en kötü senaryoyu her zamankinden daha olası kılıyor.
Modi’nin iç kamuoyunu tatmin edecek bir askeri cevap arayışı ile Şahbaz Şerif’in nispeten daha uzlaşmacı söylemleri arasındaki gerilim, bölgedeki kırılgan barışı ciddi şekilde tehdit ediyor. Her iki tarafın da şu ana kadar sergilediği tutum, kriz yönetiminden çok güç gösterisine odaklı. Bu da Güney Asya’nın, 21. yüzyılda hâlâ nükleer bir hesaplaşmanın eşiğinde sallandığını gösteriyor.