Trump Körfez’de Milyar Dolarlık Anlaşmalar Peşinde: Ancak İran ve Gazze Dosyaları Tel Aviv ile Washington Arasını Açıyor

Trump Körfez’de Milyar Dolarlık Anlaşmalar Peşinde: Ancak İran ve Gazze Dosyaları Tel Aviv ile Washington Arasını Açıyor

ABD Başkanı Donald Trump’ın 2025 Orta Doğu ziyareti, İran’la nükleer anlaşma arayışı, Körfez ülkeleriyle milyarlarca dolarlık ticaret anlaşmaları ve Netanyahu ile yaşanan stratejik ayrışmalarla dikkat çekiyor. Bu yazı, Trump’ın diplomatik hamlelerinin İsrail hükümetiyle çatışan yönlerini ve bölgesel dengelere etkisini analiz ediyor
Mayıs 13, 2025
konu yorum

ABD Başkanı Donald Trump, 14 Mayıs 2025’te Veliaht Prensi ile Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar liderleriyle bir araya gelecek. Bu buluşma, oldukça kritik bir zirve olarak lanse ediliyor. Davet edilmeyen ve süreci endişeyle izleyen isim ise İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu olacak.

Sağcı koalisyonunun birçok üyesi gibi Netanyahu da Kasım ayında Trump’ın ABD başkanlığına seçilmesine sevinçle yaklaşmıştı. Netanyahu, Cumhuriyetçi liderin Orta Doğu politikalarının İsrail çıkarlarını kesin olarak destekleyeceğini ve doğrudan kendisiyle koordinasyon içinde yürütüleceğini düşünüyordu.

Ancak işler tam olarak beklediği gibi gelişmedi. Elbette Washington hâlâ – özellikle resmî söylemde – İsrail’in dünyadaki en güçlü müttefiki ve en büyük silah tedarikçisi konumunda. Fakat Trump’ın benimsediği Orta Doğu politikası, kimi zaman Netanyahu ve hükümetinin çıkarlarıyla ciddi şekilde çelişiyor.

Nitekim, Trump’ın na yeniden dönme çabası – ki bu, ilk başkanlık dönemindeki tutumunun tam tersidir – Netanyahu’nun yıllardır savunduğu pozisyonları zayıflatıyor. İsrail sağ çevrelerinde öyle bir alarm havası hâkim ki, Trump’ın Riyad ziyaretinden önce Filistin devleti lehine ABD’nin tek taraflı desteğini açıklayacağına dair söylentiler dolaşıyor. Bu, Washington’ın pozisyonunda açık bir değişiklik anlamına gelir.

İsrail ve daha geniş Orta Doğu üzerine çalışan bir tarihçi olarak, Trump’ın Riyad’daki gündeminin bazı yönleriyle ABD’nin geçmiş politikalarının bir devamı olduğunu görüyorum. Özellikle Körfez’deki Arap monarşileriyle güvenlik ilişkilerini ilerletme çabası, İsrail’in uzun zamandır zımnen kabul ettiği, hatta bazı durumlarda desteklediği bir politika. Ancak bu süreçte, Trump ile Netanyahu arasında ciddi bir mesafe de oluşabilir.

Trump’ın Resmî Gündemi
Trump’ın dört gün sürecek Körfez turu – seçildikten sonra yaptığı ilk politik odaklı dış ziyaret – yüzeyde bakıldığında, ABD ile Basra Körfezi’ndeki geleneksel müttefikleri arasında ekonomik ve güvenlik ilişkilerini geliştirmeye yönelik bir adım olarak öne çıkıyor.

Trump’ın, ABD ile arasında onlarca milyar dolarlık ticaret anlaşmalarını kesinleştirmesi bekleniyor. Bu anlaşmalar arasında benzeri görülmemiş silah satışları, Körfez ülkelerinin ABD’ye yapacağı yatırımlar ve hatta Katar tarafından ABD başkanlık uçağı Air Force One olarak kullanılmak üzere hediye edilmesi öngörülen lüks bir Boeing 747 bile yer alıyor.

Ayrıca ABD ile Suudi Arabistan arasında bir güvenlik ittifakı kurulması ihtimali de masada.

Bu aşamaya kadar İsrail hükümeti açısından işler iyi gidiyor gibi görünüyor. 7 Ekim saldırılarından önce İsrail, zaten Körfez ülkeleriyle ilişkilerini yakınlaştırma sürecine girmişti. 2020 Eylül’ünde Trump yönetiminin arabuluculuğuyla imzalanan sayesinde Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile diplomatik ilişkiler kurulmuştu. Suudi Arabistan’la da normalleşme ihtimali gündemdeydi.

Tahran’la İlişkiler

Ancak bu hafta Riyad’daki gündemin merkezinde, Trump ile Netanyahu’nun giderek ayrıştığı konular yer alıyor. Bu ayrımın başında da İran geliyor.

İran zirvede temsil edilmeyecek olsa da, Trump’ın Riyad’daki temaslarının merkezinde yer alacak. Zirve, ABD’nin İran’la yürüttüğü nükleer program müzakereleriyle aynı zamana denk geliyor. Bu görüşmeler şu ana kadar dört tur tamamladı. Tüm zorluklara rağmen, hem Amerikan hem de İranlı yetkililer bir anlaşmaya varılması konusunda iyimser bir tutum sergilemeye devam ediyor.

Bu yaklaşım, Trump açısından önemli bir rota değişikliğini temsil ediyor. Zira Trump, 2018 yılında şimdi yeniden kurmaya çalıştığına benzer bir anlaşmadan çekilmişti. Bu değişim, aynı zamanda ABD’nin şu anda İran’la doğrudan silahlı çatışma fikrine karşı olduğunu – ki bu durum Netanyahu’nun açıkça tercih ettiği bir seçenek – da gösteriyor.

Tahran’la diplomasi yürütülmesi fikri, İran’ın nükleer hedeflerini dizginlemenin bir yolu olarak Körfez ülkeleri tarafından da destekleniyor. İsrail gibi Obama dönemindeki İran nükleer diplomasisine karşı çıkan Suudi Arabistan bile artık İran’la daha temkinli ve yapıcı bir ilişki kurmanın yollarını arıyor. Nitekim Suudi Arabistan Savunma Bakanı, yakın zamanda ABD-İran görüşmelerinden önce, Nisan ayında Tahran’a bir ziyaret gerçekleştirmişti.

Netanyahu ise siyasi kariyerini, nükleer silahlara sahip bir İran’ın oluşturduğu tehdide ve bu tehdidin henüz yeşermeden ortadan kaldırılması gerektiğine dair söylem üzerine inşa etti. 2015’te imzalanan İran nükleer anlaşmasına giden süreçte, Başkan Barack Obama’nın İran’la uzlaşma çabalarını baltalamaya çalışmış, bunda başarılı olamamıştı. Ancak Obama’nın halefi olan Trump’ı 2018 yılında anlaşmadan çekilmeye ikna etmeyi başarmıştı.

Dolayısıyla Trump’ın İran’la yeniden diplomasi yoluna girmesi, Netanyahu’yu rahatsız etti. Üstelik bu yalnızca içeriksel değil, sembolik bir rahatsızlıktı; çünkü bu dönüş açıkça ve kamuoyu önünde gerçekleşti. Nisan ayında Trump, Netanyahu’yu Beyaz Saray’a davet etti ve burada, ABD’nin İran’la diplomatik müzakerelere devam ettiğini doğrudan söyleyerek Netanyahu’yu zor durumda bıraktı.

Yemen Üzerindeki Ayrılık

Trump yönetimiyle İsrail hükümeti arasındaki potansiyel gerilimin açık bir göstergesi, Yemen’de ABD, İsrail ve Husiler arasında yaşanan çatışmalarda görülebilir.

4 Mayıs’ta Husiler, Tel Aviv Havalimanı’na bir füze fırlattı. Bu saldırı, havalimanının geçici olarak kapatılmasına ve birçok uluslararası uçuşun iptaline neden oldu. Buna karşılık İsrail, Yemen’in başkentindeki bir havalimanını ve diğer bazı tesisleri vurdu.

Ancak İsrail saldırısından sadece birkaç saat sonra Trump, ABD’nin artık Husilere yönelik saldırı düzenlemeyeceğini açıkladı. Gerekçe olarak da Husilerin taleplerini kabul edip Kızıldeniz’deki ABD gemilerinin geçişine engel olmayacaklarını beyan etmelerini gösterdi.

Bu açıklamayla birlikte, İsrail’in bu yeni mutabakata dâhil olmadığı açıkça ortaya çıktı. Trump’ın bu açıklamasının zamanlaması da dikkat çekiciydi; bu açıklama, bölgedeki tansiyonu düşürüp Suudi Arabistan ziyaretine zemin hazırlama amacı taşıyor gibi görünüyor. Ayrıca bu adım, İran’la yürütülen müzakerelerin önünü açma hamlesi olarak da değerlendirilebilir. Zira Husiler, Tahran’ın doğrudan desteklediği bir aktör.

Zamanlama bakımından dikkat çekici bir diğer gelişme ise İsrail’in Yemen limanlarına yönelik son saldırısıydı. Bu saldırılar, Trump’ın Suudi Arabistan’a gitmek üzere yola çıkmasından yalnızca bir gün önce, 11 Mayıs’ta gerçekleşti. Netanyahu’nun bu hamlesi yalnızca Husilere değil, aynı zamanda ABD’ye ve İran’a yönelik bir mesaj taşıyor olabilir. Husilere yönelik saldırıların sürmesi, İran’la yürütülen nükleer müzakereleri zorlaştırabilir.

“Bibi”nin Siyasi Hayatta Kalma Önceliği

Netanyahu’yu eleştiren gözlemciler uzun süredir, onun Gazze’deki savaşı sürdürmeyi bölgesel barışın önünde tutarak iktidarını korumaya çalıştığını savunuyor. Zira Netanyahu’nun aşırı sağ koalisyonunun bazı üyeleri, Gazze’nin tamamen kontrol altına alınmasını ve Batı Şeria’nın fiilen ilhak edilmesini istiyor.

Birçok siyasi yorumcuya göre, Netanyahu’nun Mart ayında Hamas’la varılmak üzere olan ateşkes anlaşmasının son aşamasından geri çekilmesinin başlıca nedeni tam da buydu. Çünkü bu anlaşma, İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nden çekilmesini gerektiriyordu.

Ateşkesin çökmesinin ardından İsrail ordusu, Trump’ın Körfez turunun bitiminden sonra başlatılması planlanan yeni bir Gazze saldırısına hazırlanmak üzere yeniden seferber oldu.

Netanyahu hükümetindeki bazı isimlerin Gazze’nin kalıcı olarak işgal edilmesini açıkça savunması ve geri kalan İsrailli rehinelerin kurtarılmasının artık öncelik olmadığını ilan etmesi, Netanyahu’nun gündeminde gerilimi düşürmenin bulunmadığını açıkça ortaya koyuyor.

Trump ise geçtiğimiz günlerde hem rehinelerin durumunun endişe verici olduğunu hem de Gazze’de yaşanan ağır insani krizi açıkça dile getirdi. Şimdi, İsrail-Amerikan vatandaşı rehinelerden ’ın serbest bırakılmasının yanı sıra, ABD yönetimi Hamas’la ateşkes ve insani yardım konularında da müzakere yürütüyor – Netanyahu’yu tamamen devre dışı bırakarak.

Altında Yatan Gerçek Hedef

Bugünkü ABD politikalarının ardında Trump’ın çok daha büyük bir hedefi olabilir: Körfez’den gelecek milyarlarca dolarlık parayı Amerikan ekonomisine – ve bazı yorumlara göre kendisine – kazandırmak. Ancak bu hedefe ulaşmak için istikrarlı bir Orta Doğu gerekiyor. Gazze’de süren savaş ve İran’ın nükleer silah kapasitesine yaklaşması ise bu hedefi doğrudan tehdit ediyor.

Elbette Tahran’ın nükleer programına ilişkin diplomatik bir anlaşma hâlâ zaman alacak gibi görünüyor. Ayrıca Trump’ın dış politikasının ani rota değişimlerine ne kadar açık olduğu biliniyor. Ancak ister zengin Körfez ülkeleriyle ticaret ve ekonomik anlaşmalar yapma içgüdüsüyle hareket etsin, ister bölgeyi istikrara kavuşturma yönünde samimi bir arzusu olsun, Trump yönetiminin mevcut politikaları, İsrail hükümetinin çıkarlarıyla gitgide daha fazla çelişiyor.

Latest from DÜNYA

PKK’nın Feshi: 50 Yıllık Bir Dönemin Sonu mu?
Önceki Hikaye

PKK’nın Feshi: 50 Yıllık Bir Dönemin Sonu mu?

PKK'nın Feshi ve Yeni Belediye Reformu: Erdoğan’dan Türkiye'yi Dönüştürecek Mesajlar
Sonraki Hikaye

PKK’nın Feshi ve Yeni Belediye Reformu: Erdoğan’dan Türkiye’yi Dönüştürecek Mesajlar

Git

Don't Miss