Rusya’nın Ukrayna ile savaşı üçüncü yılına yaklaşırken diplomatik manevralar da sertleşiyor. Avrupa Birliği ve ABD, Moskova’ya yönelik yeni ve sert yaptırımlar üzerinde uzlaşı sağladığı anda, Kremlin’den gelen İstanbul önerisi Batı cephesinde sarsıntı yarattı.
Putin’in, İstanbul’da düşük düzeyli bir heyetle barış masasına oturmayı teklif etmesi, yüzeyde diplomatik bir adım gibi görünse de, AB güvenlik uzmanlarına göre esas amaç yaptırım sürecini sekteye uğratmaktı. Gerçekten de bu hamlenin ardından AB-ABD hattında fikir ayrılıkları baş gösterdi, sürecin yavaşladığı gözlendi.
Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, Zelenskiy’nin İstanbul’a gelişini “tuzak” olarak nitelemesi ise dikkat çekici bir çelişki içeriyor. Zira aynı görüşmenin önerisi, bizzat Rusya lideri Putin’den gelmişti. Bu durum, Moskova’nın iç kamuoyuna farklı, dışa farklı mesajlar vermeye çalıştığını gösteriyor.
Önemli bir detay ise zamanlamada gizli. Putin’in İstanbul hamlesinden yalnızca bir gün önce, AB ve ABD Rusya’ya yönelik güçlü yaptırımlar konusunda ortak zemin bulmuştu. Ve eğer Moskova 30 günlük ateşkesi kabul etmezse bu yaptırımlar devreye alınacaktı. Ancak İstanbul’daki diplomatik girişim, bu takvimi fiilen askıya aldı.
Şimdi gözler yeniden Washington’a çevrildi. ABD Başkanı Donald Trump’ın, Rusya’nın ateşkesi kabul etmemesi halinde yalnızca yeni yaptırımları değil, aynı zamanda Ukrayna’ya silah yardımını da artıracağı bekleniyor. Bu da, diplomasi masasının kısa vadede barışı değil, sadece çatışmanın dozunu belirleyeceği anlamına geliyor.
Sonuç:
İstanbul görüşmesi, barış için değil zaman kazanmak için yapılan stratejik bir manevra olarak değerlendiriliyor. Putin, Batı cephesini bölme taktiğinde bir kez daha diplomasi maskesini kullanırken, sahada ve masada Ukrayna’nın kaderi hâlâ belirsizliğini koruyor.