Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’nin en çetrefilli meselelerinden biri olan Kürt kimliği ve temsili, zamanla darbelerle kesintiye uğrayan, provokasyonlarla sabote edilen ve suikastlerle şekillenen inişli çıkışlı bir siyasal süreç yaşadı. Ancak bugün gelinen noktada, Kürtlerin siyasal alanda kimlikleriyle var olmalarını sağlayan süreç, tüm bu engellere rağmen devlet eliyle ve demokratik temsil yoluyla gerçekleşmiş oldu.
Bu sürecin ilk ciddi kırılma anlarından biri, Cumhuriyetin kurucu önderlerinden İsmet İnönü’nün oğlu Prof. Dr. Erdal İnönü’nün liderliğini yaptığı Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) döneminde yaşandı. 1980 darbesi sonrasında oluşan baskıcı atmosferde, SHP’nin Kürt kimliğine dönük cesur açılımı, 1989’da hazırlanan ve “Güneydoğu Raporu” olarak bilinen çalışmayla kamuoyunun gündemine taşındı. Bu rapor, Kürt kimliğini tanıyan ilk siyasal belgelerden biri olarak tarihe geçti.
SHP’nin bu politik hattı, Kürt meselesini yalnızca güvenlik değil, aynı zamanda toplumsal bütünleşme ve siyasal temsiliyet çerçevesinde ele alan ilk kurumsal girişimlerden biri oldu. Bu yaklaşımı daha önce 1970’li yıllarda dile getirenlerden biri de merhum Başbakan Bülent Ecevit’ti. Ecevit, Güneydoğu’daki feodal yapının kırılmasının ve Kürt vatandaşların modern Cumhuriyet’e entegrasyonunun yollarının bulunması gerektiğini ifade ederek meseleyi sosyal adalet ve demokratikleşme perspektifinden değerlendirmişti.
1990’lı yıllar boyunca süren çatışmaların, faili meçhul cinayetlerin ve devlet içi krizlerin gölgesinde, bir başka önemli aktör sahneye çıktı: Turgut Özal. Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı olan Özal, Kürt meselesinde “realite” vurgusu yaparak çözüm için siyasî ve anayasal zeminde adım atılması gerektiğini dile getirdi. Özal’ın ölümünden kısa bir süre önce PKK ile doğrudan diyalog girişimlerine başladığı ve silahlı mücadeleyi sonlandıracak bir mutabakata çok yaklaştığı iddiaları, bugün hâlâ tartışılmaktadır. Ancak bir gerçek vardır ki; Özal’ın Kürt sorununa yaklaşımı, devletin klasik güvenlikçi paradigmasının dışına çıkılması açısından tarihsel bir öneme sahiptir.
2000’li yılların ortasına gelindiğinde ise mesele yeni bir dönemece girdi. 2008 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “Kürt açılımı” olarak bilinen süreci başlatarak Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı demokratikleşme hamlelerinden birine imza attı. TRT Kurdî’nin açılması, Kürtçe seçmeli derslerin getirilmesi ve çözüm süreci adı verilen müzakere temelli politikanın başlatılması bu dönemde gerçekleşti. Süreç, 2015 yılında Türkiye’de art arda yaşanan terör saldırıları, 7 Haziran seçim sonuçları ve çözüm masasının devrilmesiyle donduruldu.
Ancak 2024 yılında Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 24 Ekim’de yaptığı açıklamayla, Kürt kimliğinin meşru zeminde temsili meselesi tekrar Türkiye’nin gündemine taşındı. Bahçeli’nin çıkışı, çözüm süreci kadar olmasa da, Kürt meselesinin yeniden siyasal tartışmanın merkezine girdiğini ve kimlik temelli temsilin artık kaçınılmaz bir gerçek olarak kabul edildiğini gösteriyordu.
Bu tarihsel sürecin bir başka önemli boyutu ise, Kürt toplumunun Cumhuriyet modernleşmesine paralel geçirdiği dönüşümdür. Son otuz yılda Kürtler, büyük oranda kırsal yapıyı terk etmiş, şehirleşmiş, üniversitelerde eğitim görmüş ve kültürel üretime katılmıştır. Bugün Kürt toplumunun içinde sanatçılardan akademisyenlere, edebiyatçılardan siyasetçilere kadar geniş bir insan kaynağı oluşmuş durumda. Kürtler artık sadece bir “sorun” olarak değil; Cumhuriyet’in eşit yurttaşları, demokratik sistemin aktörleri olarak tanımlanmakta ve siyasal hayata kimlikleriyle entegre olmaktadır.
Ve bugün, bu uzun tarihî yolculukta bir dönüm noktası daha yaşandı: PKK resmen silah bıraktı. Örgüt, kuruluş amacını, silahlı varlığını ve yapısını sona erdirdiğini ilan ederek kendini tasfiye etti. Böylece yaklaşık yarım yüzyıldır Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hayatını kuşatan silahlı mücadele dönemi kapanmış oldu.
Bu gelişme yalnızca bir örgütün sonunu değil, aynı zamanda Türkiye’nin Kürt meselesine dair yürüttüğü siyasi, toplumsal ve kültürel çözüm çabalarının nihai meyvesini temsil ediyor. Erdal İnönü’nün başlattığı demokratik temsil süreci, Turgut Özal’ın cesur yaklaşımları, Ecevit’in sosyal bakışı, Erdoğan’ın açılımları ve nihayetinde Bahçeli’nin son siyasi çıkışıyla birlikte; tüm bu halkalar, bugünkü barış ve normalleşme zeminine giden yolu ördü.
Gelinen noktada, silahların gölgesinden çıkan Kürt meselesi artık demokratik siyaset zemininde, kültürel çoğulculuk ve anayasal yurttaşlık ilkeleriyle ele alınabilecek bir evreye girmiştir. Türkiye, bu yeni dönemde hem kendi iç barışını hem de bölgesel istikrarı güçlendirme fırsatına sahiptir.
Bu tarihi kırılma, sadece bir sorunun çözümü değil; bir dönemin kapanışı, yeni bir toplumsal sözleşmenin başlangıcıdır.
Konun bağlamını daha iyi anlamak için yazarın diger yazısı: Link