Tahran ile görüşen Trump, İran konusunda rotayı tersine çeviriyor - sırada yeni bir nükleer anlaşma olabilir mi?

Tahran ile görüşen Trump, İran konusunda rotayı tersine çeviriyor – sırada yeni bir nükleer anlaşma olabilir mi?

İran ve ABD, 26 Nisan 2025'te Umman'da nükleer müzakerelere yeniden başlıyor. Trump yönetimi, diplomasiye yönelerek İran'la yeni bir anlaşma arayışında. Süreçte yaşanan gelişmeleri, anlaşmanın geleceğini ve olası riskleri detaylıca inceleyin
Nisan 27, 2025
konu yorum

İran ve Amerika Birleşik Devletleri’nden müzakereciler, 26 Nisan 2025’te Umman’da yeniden bir araya gelecek. Bu gelişme, iki ülkenin, temkinli de olsa, yeni bir nükleer anlaşmaya doğru ilerleyebileceğine dair umutları artırdı.

Planlanan görüşmeler, yeni Trump yönetimi döneminde gerçekleşen önceki iki dolaylı müzakere turunun ardından geliyor. Bu görüşmelerin, her iki taraftan da nükleer uzmanların bir anlaşma çerçevesinin ayrıntılarını belirlemek için görevlendirilmesine yetecek kadar ilerleme sağladığı değerlendirildi.

Bu gelişme özellikle dikkat çekici çünkü Trump, 2018 yılında ABD’yi İran’la yapılan çok taraflı bir anlaşmadan tek taraflı olarak çekmişti. Obama döneminde müzakere edilen bu anlaşma, Tahran’ın nükleer programına sınırlamalar getiriyor ve karşılığında İran’a yönelik yaptırımları hafifletiyordu. Ancak Trump, bunun yerine İran’a yönelik finansal baskıyı artıran yaptırımları devreye sokup dolaylı askeri tehditlerde bulunmayı tercih etti.

Fakat bu yaklaşım İran’ın nükleer programını durdurmada başarısız oldu.

Şimdi ise Trump, ilk dönemindeki “azami baskı” politikasını canlandırmak yerine, kendisini bir anlaşmacı olarak göstermekten hoşlanan tarzına uygun şekilde, ekibine diplomasi yolunu açma izni verdi. Hatta gelen bilgilere göre Trump, şimdilik, İsrail’in Tahran’a askeri saldırı düzenleme taleplerini de geri çevirdi.

Sözlü diplomasi, savaşın önüne geçti

Diplomasiye dönüş, İran-ABD ilişkilerini Obama döneminde başladığı noktaya geri getiriyor: İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesini sınırlamaya veya ortadan kaldırmaya yönelik çabalar.

Ancak bu kez, ABD’nin 2018’de anlaşmadan çekilmesinin ardından geçen yedi yılda İran, uranyum zenginleştirme kapasitesini geliştirdi ve anlaşma kapsamında izin verilenden çok daha fazla uranyum stokladı.

ABD dış politikası ve nükleer silahların yayılmasını önleme konularında uzun süredir uzmanlaşmış biri olarak, Trump’ın yalnızca reddettiği eski anlaşmanın benzerini canlandırmakla kalmayıp, aynı zamanda daha kapsamlı bir anlaşma yapma ve bu süreçte İran İslam Cumhuriyeti ile ilişkileri iyileştirme fırsatına sahip olduğunu düşünüyorum.

Gerçekten de yeni bir anlaşmanın kapıda olduğuna dair işaretler var ve Trump’ın “anlaşma yapma” görüntüsünü sevdiği bir gerçek.

Fakat bir anlaşmanın kesin olduğu söylenemez. İlerleme, Trump yönetimi içindeki bölünmeler, İran’daki şüphecilik ve yaşlanan belirsizlik gibi birçok engelle karşılaşacak.

Her iki ülkede de bolca bulunan şahin (sertlik yanlısı) gruplar, diplomatik yumuşamayı sekteye uğratabilir.

Sorunlu diplomatik geçmiş

Ayrıca aşılması gereken onlarca yıllık bir güvensizlik var.

ABD ile İran arasındaki ilişki 1979’daki İran Devrimi ve aynı yıl gerçekleşen ABD Büyükelçiliği baskınından beri oldukça gergin.

Birçok İranlıya göre ise ilişkiler, 1953’te ABD ve Birleşik Krallık’ın İran’ın demokratik yollarla seçilmiş Başbakanı Muhammed Musaddık’ı devirmesiyle bozulmaya başlamıştı.

1979’dan bu yana Washington ve Tahran arasında resmi diplomatik ilişki bulunmuyor ve iki ülke Orta Doğu’da nüfuz savaşı içinde.

Bugün de İran’ın Batı karşıtı “direniş ekseni”ne verdiği destek nedeniyle gerilim sürüyor. Bu eksen, Filistin’de Hamas’ı, Lübnan’da Hizbullah’ı ve Yemen’de Husileri kapsıyor.

Öte yandan Tahran da, ABD’nin bölgede kurduğu hegemonyaya, İsrail’e verdiği desteğe ve askeri müdahalelerine uzun süredir öfke duyuyor. Son yıllarda ABD’nin İranlı hedeflere yönelik doğrudan saldırıları da bu öfkeyi artırdı. Özellikle, 2020 yılında İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi, Tahran’ın hala unutmadığı bir olay.

Tüm bu sorunların merkezinde ise İran’ın nükleer faaliyetleri yer alıyor. İran’ın nükleer programı, ABD ve bölgedeki tek nükleer güç olan İsrail için sürekli bir kaygı kaynağı oldu.

İki taraf arasındaki ilişkilerde ilk ılımlı sinyaller, Obama döneminde ortaya çıkmıştı. (Gerçi İran, 2003’te Bush yönetimine de bir diplomasi teklifi sunmuş ama reddedilmişti.)

ABD’li diplomatlar, 2009’da Cenevre’de İranlı müzakerecilerle temasa geçti. 2013’te P5+1 ülkeleri (ABD, Çin, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya) doğrudan müzakerelere başladı. Bu süreç, 2015’te ’na (Ortak Kapsamlı Eylem Planı, ) yol açtı.

Bu anlaşmayla İran, uranyum zenginleştirme faaliyetlerine ciddi sınırlamalar getirmeyi kabul etmiş ve karşılığında ABD ve diğer ülkeler yaptırımları kaldırmıştı.

Birçok gözlemci bu durumu, büyüyen bir nükleer tehdidi sınırlarken aynı zamanda İran’ı ekonomik olarak dünyaya entegre ederek dış politikasında daha temkinli bir tavır benimsemesini sağlama umudu olarak görüyordu.

Ancak İsrail ve Suudi Arabistan, anlaşmanın İran’ın zenginleştirme kapasitesini tamamen ortadan kaldırmadığı gerekçesiyle endişeliydi. ABD’deki sağcı eleştirmenler de anlaşmanın İran’ın balistik füze programı veya bölgesel militanlara desteği gibi konuları kapsamadığını savundu.

Trump, 2016’da başkanlığa geldikten sonra Obama’nın İran açılımını tersine çevireceğini taahhüt etti ve 2018’de, İran’ın anlaşma şartlarına uymasına rağmen ABD’yi JCPOA’dan çekip yaptırımları yeniden devreye soktu.

Trump ve “anlaşmacı” kimliği

Peki, şimdi ne değişti?

Çok şey.

Trump’ın JCPOA’dan çekilmesi Cumhuriyetçiler tarafından memnuniyetle karşılandı, fakat bu İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurmadı.

Bu arada Suudi Arabistan da imajını yenilemek ve ekonomisini çeşitlendirmek isteyerek, Obama döneminde karşı çıktığı bir anlaşmayı artık destekliyor.

İkinci döneminde Trump’ın İran’a yönelik olumsuz duyguları sürse de, yeni bir savaş başlatılmasına açıkça karşı olduğunu birçok kez dile getirdi.

Öte yandan İran, bölgede ciddi darbeler aldı. İsrail’in Hamas ve Hizbullah’a yönelik askeri operasyonları bu grupları zayıflattı. İsrail’in İran içindeki saldırıları da Tel Aviv’in askeri erişim kabiliyetini ve kararlılığını gösterdi. Ayrıca, Suriye’de Beşar Esad’ın devrilmesi, İran’ı bir müttefikten mahrum bıraktı.

İran’ın ekonomisi de JCPOA müzakerelerindeki döneme kıyasla çok daha kırılgan.

Bölgesel olarak zayıflayan İran ve Çin’i ana tehdit olarak gören Trump için İran’la diplomasi yapmak, “anlaşma yapıcı” kimliğiyle uyumlu görünüyor.

Anlaşma kesin değil

İki tur görüşmenin ardından, uzmanların daha teknik detayları ele alacağı bir aşamaya geçilmiş olması, diplomasi için gerçek bir fırsat penceresi oluşturuyor.

Yeni bir anlaşmanın, Trump’ın daha önce terk ettiği JCPOA’nın temel unsurlarını koruyabileceği öngörülüyor. Özellikle uranyum zenginleştirme konusunda fazla bir farklılık olması beklenmiyor.

Ancak yine de anlaşmanın önünde ciddi engeller var.

Trump’ın ilk döneminde Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile yaptığı görüşmelerde olduğu gibi, Trump detaylardan çok şovla ilgileniyor gibi görünüyor. O görüşmelerde tarihi bir buluşma sağlanmış olsa da somut bir politika değişimi olmamıştı.

İran konusunda da Trump, karmaşık politika ayrıntılarına sabır göstermiyor. Üstelik Trump yönetimi, İran’a sert yaklaşımı savunan Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz gibi figürlerle bölünmüş durumda. Buna karşılık, İran’la daha diplomatik bir yaklaşımı savunan Savunma Bakanlığı Müsteşarı Elbridge Colby ve Başkan Yardımcısı JD Vance gibi isimler de mevcut.

Trump yönetiminde dış politika kararlarının net olmaması ve siyasi kararlılık eksikliği, İran’la ilgili süreçlerde belirsizlik yaratıyor.

Baş müzakereci Steve Witkoff’un da ulusal güvenlik tecrübesi bulunmuyor. Witkoff, ABD’nin yalnızca uranyum zenginleştirme seviyesini sınırlamak istediğini iddia ettikten sonra geri adım atmak zorunda kaldı.

Öte yandan İran, Obama’nın “uzatılan eli”ni kabul ederek diplomasiye istekli olduğunu daha önce göstermişti.

Ancak Tahran’ın temel çıkarlarından vazgeçmesi veya küçük düşürülmeyi kabul etmesi beklenmiyor.

Sonuçta izlenmesi gereken ana mesele şudur: Anlaşmayı yönetimdeki pragmatistler mi sonuçlandıracak, yoksa şahinler mi süreci sabote edecek?

Kaynak link: theconversation.com

Latest from DÜNYA

Amerikan Kamuoyunda Trump’ın İkinci Dönemine Yönelik Algı
Önceki Hikaye

Amerikan Kamuoyunda Trump’ın İkinci Dönemine Yönelik Algı

Kripto Para Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar: Bitcoin, NFT, Madencilik ve Gerçekler
Sonraki Hikaye

Kripto Para Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar: Bitcoin, NFT, Madencilik ve Gerçekler

Git

Don't Miss