Medya, üniversiteler, Demokrat Parti ve liberaller, “yaygın antisemitizm” kurgusunu benimsediklerinde kendi çöküşlerinin zeminini hazırladılar. Columbia ve Princeton gibi ders verdiğim üniversiteler ile mezunu olduğum Harvard, Yahudilere yönelik nefretin yuvaları değildir. On beş yıl çalıştığım ve Trump’ın “halkın düşmanı” olarak nitelediği New York Times ise Siyonist anlatıya körü körüne boyun eğmiş durumdadır. Bu kurumların ortak noktası antisemitizm değil, liberalizmdir. Ve liberalizm, çoğulculuk ve kapsayıcılık ilkelerini temel almasına rağmen, otoriter rejimimiz tarafından yok edilmek üzere hedef alınmıştır.
Soykırıma duyulan öfkenin antisemitizmle eş tutulması, protestoları susturmak ve Siyonist bağışçılar, milyarder sınıfı ve reklamverenleri memnun etmek için başvurulan ahlaksız bir taktiktir. Bu liberal kurumlar, antisemitizmi bir silah gibi kullanarak eleştirileri susturmuş, Jewish Voice for Peace ve Students for Justice in Palestine gibi öğrenci gruplarını yasaklamış, kampüslerdeki barışçıl protestolara yüzlerce polis müdahalesine izin vermiş, akademisyenleri tasfiye etmiş ve Kongre önünde adeta yerlere kapanmışlardır. “Apartheid” ya da “soykırım” kelimelerini kullandığınızda ya işinizden olursunuz ya da topa tutulursunuz.
Bu kurmaca anlatıda, Siyonist Yahudiler mağdurdur. Soykırımı protesto eden Yahudiler ise Hamas’ın maşası olarak damgalanır ve cezalandırılır. “İyi Yahudiler”, “Kötü Yahudiler.” Bir grup korunmaya layıktır, diğer grup ise kurban edilmelidir. Bu iğrenç ayrım, tüm bu oyunun ne kadar sahte olduğunu gözler önüne seriyor.
Nisan 2024’te, Columbia Üniversitesi Rektörü Minouche Shafik, iki mütevelli heyeti üyesi ve bir hukuk profesörüyle birlikte Temsilciler Meclisi Eğitim Komitesi’nde ifade verdi. Bu oturumda, Columbia ve diğer yükseköğretim kurumlarında antisemitizmin ciddi bir sorun olduğu ön kabulünü benimsediler.
Columbia Üniversitesi Mütevelli Heyeti Eş Başkanı David Greenwald ve diğerleri, “nehrin kıyısından denize kadar” (from the river to the sea) ve “intifadaya selam olsun” (long live the intifada) ifadelerinin antisemitik olduğunu söylediklerinde, Shafik bu görüşe katıldı. Uzun süredir görev yapan Profesör Joseph Massad da dahil olmak üzere öğrenci ve akademisyenleri adeta gözden çıkardı.
İfade verdikleri oturumdan bir gün sonra Shafik, Columbia’daki protestolara katılan tüm öğrencileri süresiz olarak uzaklaştırdı ve kampüse New York Polis Teşkilatı’nı (NYPD) çağırdı. Polis en az 108 öğrenciyi gözaltına aldı.
Shafik, polise gönderdiği yazılı açıklamada şunları söyledi:
“Bu kamp ve buna bağlı eylemler, üniversitenin esas işleyişini açık ve mevcut bir tehlike altına sokmaktadır.”
Ancak NYPD Şefi John Chell, basına verdiği demeçte şu ifadeleri kullandı:
“Gözaltına alınan öğrenciler tamamen barışçıldı, hiçbir şekilde direnç göstermediler, sadece düşüncelerini barışçıl bir şekilde dile getiriyorlardı.”
Columbia Hukuk Fakültesi profesörü Katherine Franke hakkında, duruşmada Temsilciler Meclisi üyesi Elise Stefanik şu soruyu yöneltti:
“Bu profesör hakkında herhangi bir disiplin cezası uygulandı mı?”
Shafik gönüllü olarak cevap verdi: 25 yıldır Columbia Hukuk Fakültesi’nde ders veren, Yahudi kimliğine sahip Profesör Franke’nin görevine son verildiğini ve başka akademisyenlerin de soruşturma altında olduğunu söyledi. Columbia Üniversitesi’nde konuk öğretim görevlisi olarak bulunan Profesör Mohamed Abdou’ya da dolaylı bir gönderme yaparak, onun da görevden alındığını ve “bir daha Columbia’da ders veremeyeceğini” belirtti.
Profesör Abdou ise Columbia Üniversitesi’ne karşı karalama, ayrımcılık, taciz ve maddi-mesleki kayıp nedeniyle dava açmış durumda.
Anayasal Haklar Merkezi, Profesör Katherine Franke’nin görevden alınmasına ilişkin şu ifadeleri kullandı:
“Akademik özgürlüğe ve Filistin haklarını savunmaya yönelik ağır bir saldırı olan bu olayda, Columbia Üniversitesi, 25 yıllık saygın bir akademik kariyerin ardından Profesör Katherine Franke ile görevini bırakmasına dair bir ‘anlaşma’ yaptı. Franke’nin ifadesine göre bu hamle, ‘daha kabul edilebilir bir dille süslenmiş bir işten çıkarma’dır ve nedeni, Filistin haklarını savunan öğrencilere verdiği destekten ibarettir.”
Franke’nin görünürdeki “suçu”, İsrailli öğrencilerin Filistin haklarını savunan protestoculara toksik bir kimyasal madde sıktığı bir olayın ardından, Columbia’nın Filistinlilere ve müttefiklerine yönelik tacizleri görmezden gelmesine duyduğu kaygıyı dile getirmesiydi. Bu nedenle hakkında taciz soruşturması başlatıldı ve üniversite politikalarını ihlal ettiği gerekçesiyle suçlu bulundu. Gerçekte ise Franke’nin zorla görevden ayrılmasının nedeni, Gazze’deki Filistin soykırımına karşı yükselen tarihî protestolara karşı Columbia yönetiminin başlattığı baskı dalgasıydı. Onun akıbeti, eski Columbia Rektörü Minouche Shafik’in Kongre’deki korkakça konuşmasında Franke’yi gözden çıkarmasıyla mühürlendi.
Katherine Franke ile yapılan röportajı buradan izleyebilirsiniz.
Shafik, Siyonist lobiye verdiği tüm tavizlere rağmen, üniversitenin başına geçtikten sadece bir yıl sonra istifa etti.
Columbia’daki baskı ortamı ise devam ediyor. Mayıs ayının ilk haftasında kütüphanede düzenlenen bir protesto sonrası yaklaşık 80 kişi gözaltına alındı, 65’ten fazla öğrenci uzaklaştırıldı. Columbia Üniversitesi’nin geçici başkanı ve eski televizyon gazetecisi Claire Shipman, protestoyu şu sözlerle kınadı:
“Akademik faaliyetlerimizi kesintiye uğratan eylemler kabul edilemezdir ve üniversite kurallarımızın ihlalidir. Columbia, kampüsümüzde tanık olduğumuz her türlü şiddeti, antisemitizmi ve nefret söylemini şiddetle kınamaktadır.”
Elbette, bu tür “yatıştırma” politikaları işe yaramaz. Bu cadı avı — ister Biden ister Trump yönetimi altında olsun — hiçbir zaman iyi niyetle yürütülmedi. Bu süreç, İsrail’i eleştirenleri susturma ve liberal sınıf ile solu marjinalleştirme operasyonuydu. Yalanlar ve iftiralarla beslenen bu kampanyayı liberal kurumlar hâlâ gönüllü biçimde sürdürüyor.
Trump’ın bu liberal kurumları “Marksist manyaklar”, “radikal solcular” ve “komünistler” barındırmakla suçlaması, liberal sınıfın başka bir zaafını daha gözler önüne seriyor: Oysa bu kurumları kurtarabilecek olan, ya da en azından onlara ilkesel bir duruş ve analiz kapasitesi kazandırabilecek olan soldu. Çünkü sol, apartheid’a “apartheid”, soykırıma “soykırım” deme cesaretini gösteren tek kesimdir.
Ana akım medya organları, Siyonist öğrenci ve akademisyenlerin iddialarını sorgusuz sualsiz kabul eden haber ve görüş yazıları yayınlamaya devam ediyor. Yahudi olmakla Siyonist olmayı birbirine karıştırıyor, öğrenci protestocuları şeytanlaştırıyorlar. Yahudiler, Müslümanlar ve Hristiyanların birlikte eylem yaptığı öğrenci kamplarına dair ne derinlemesine ne de dürüst bir habercilik çabası sergileniyor. Anti-Siyonist, soykırım karşıtı ve Filistin’in özgürlüğünü savunan sloganlar sistematik biçimde nefret söylemi, antisemitizm ya da Yahudi öğrencilerin güvensizlik hissetmesine neden olan ifadeler olarak yaftalanıyor.
Bu tutumu örnekleyen haber başlıklarından bazıları şunlardır:
New York Times: “Kampüs Protestoları Neden Bu Kadar Rahatsız Edici?”, “Ben Columbia’da Profesörüm. Bu Protestolar Adalet Değil”, “Üniversiteler Şu Soruyla Karşı Karşıya: Bir Protesto Ne Zaman Antisemitik Olur?”
Washington Post: “Bu Protestolara Adını Koyun”, “Columbia’da Öğrenciler Mazur Görülebilir, Ama Akademisyenler Değil”
The Atlantic: “Kampüsteki Direniş Kampları Etik Dışı” ve “Columbia Üniversitesi’nin Antisemitizm Sorunu”
Slate: “Filistin Destekçisi Protestolar Ne Zaman Antisemitizme Dönüşür?”
Vox: “Gazze Protestoları Arasında Kampüslerde Yükselen Antisemitizm Dalgası”
Mother Jones: “Filistin Destekçisi Protestolar Kampüslerde Antisemitizmi Nasıl Tetikliyor?”
The Cut (New York Magazine): “Kampüsteki Filistin protestolarının Sorunu”
The Daily Beast: “ABD Üniversitelerinde Filistin Protestoları Ortasında Antisemitizm Patladı”
The Intercept tarafından ele geçirilen iç yazışmalara göre, New York Times editörlerine Filistin’le ilgili haberlerde “mülteci kampı”, “işgal altındaki toprak”, “katliam”, “soykırım”, “kıyım” ve “etnik temizlik” gibi kelimeleri kullanmamaları talimatı verildi. Hatta “Filistin” kelimesinin haber metinlerinde ve başlıklarda kullanılmasından dahi kaçınılması istendi.
Aralık 2023’te, New York’un Demokrat Valisi Kathy Hochul, antisemitizmi kınamayan ve buna karşı gerekli adımları atmayan üniversite rektörlerine mektup göndererek, “herhangi bir grubun soykırımına çağrı” içeren ifadeleri tolere eden üniversitelerin eyalet tarafından “sert denetimlere” tabi tutulacağını ilan etti. 2024 yılı Ağustos sonunda bu tehdidini çevrim içi bir toplantıda 200 üniversite ve kolej yöneticisine yineledi.
Ekim 2024’te, Temple Israel Center’daki bir anma töreninde Hochul şu açıklamayı yaptı:
“Kampüste öğrencilerimize yönelik ayrımcılığa izin verdiğinizde — örneğin ‘Nehrin kıyısından denize kadar’ gibi, aslında Yahudi halkının soykırımına çağrı anlamına gelen ifadeleri — bunu yasalar çerçevesinde cezalandırırım. Bunlar masum ifadeler değildir. Nefretle doludur.”
Vali Hochul’un baskısıyla, City University of New York (CUNY), Hunter College’da açılması planlanan “Filistin Çalışmaları” profesörlüğüne dair iş ilanını kaldırmak zorunda kaldı. İlan, “yerleşimci sömürgeciliği”, “soykırım” ve “apartheid” gibi terimlere yer verdiği için hedef alındı.
Senato Azınlık Lideri Chuck Schumer, yeni kitabı “Amerika’da Antisemitizm: Bir Uyarı”da, Demokrat Parti’nin — NBC News anketine göre sadece %27 onay oranına sahip — soykırımı protesto edenleri “Yahudilere karşı kan iftirası yaymakla” suçlayan söylemini sürdürüyor.
“Gazze’deki savaşın nasıl yürütüldüğü konusunda farklı görüşler olabilir. Ancak İsrail hükümetinin hiçbir zaman Filistin halkını yok etme gibi bir politikası olmadı,” diyor Schumer ve bu sırada, 19 ay süren yoğun bombardıman ve açlık politikası boyunca İsrailli yetkililerden gelen yüzlerce “Filistinlileri haritadan silme” çağrısını göz ardı ediyor.
Oysa gerçek çok daha vahim ve bizzat İsrailli yetkililer tarafından açıkça dile getiriliyor:
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich şöyle diyor:
“Gazze’yi parçalara ayırıyoruz, geriye sadece yıkıntı kalıyor; bu ölçekte bir yıkımın küresel ölçekte örneği yok. Ve dünya hâlâ bizi durdurmuyor.”
16 Mayıs’ta İsrail televizyonu Kanal 12’ye konuşan milletvekili Zvi Sukkot da şu ifadeleri kullanıyor:
“Dün gece yaklaşık 100 Gazzeli öldürüldü… Kimsenin umurunda değil. Artık herkes alıştı: Bir gecede 100 Gazzeliyi öldürebiliriz ve dünya sesini çıkarmaz.”
Antisemitizmin yaygın olduğu yönündeki bu kurmaca anlatının sürdürülmesi — ki elbette antisemitizm vardır, ancak bu kurumlar tarafından beslenmemekte ve desteklenmemektedir — ve dünyanın canlı yayında izlediği gerçeklerin adını koymaktan hâlâ kaçınılması, bu kurumların ve onları destekleyen liberallerin ellerinde kalan son ahlaki otoriteyi de yerle bir etti.
Bu tavır, Trump’ın liberal demokrasiyi ayakta tutan tüm kurumları felce uğratma ve yok etme çabasına da doğrudan hizmet ediyor.
Trump, çevresini Elon Musk gibi neo-Nazi sempatizanları ve Yahudileri İsa’yı çarmıha germekle suçlayan Hristiyan faşistlerle doldurmuş durumda. Ancak bu “iyi” antisemitler, İsrail’in yerleşimci sömürgecilik ve yok etme projesini destekledikleri için sağdan gelen antisemitizm görmezden geliniyor. Bu neo-Naziler ve Hristiyan faşistler, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı modelin bir benzerini, “büyük nüfus ikamesi teorisi” adı altında, esmer ve siyah insanlara uygulamak istiyorlar. Trump, Güney Afrika’da “beyaz soykırımı” yaşandığına dair uydurma bir anlatıyı yayarak, Şubat ayında imzaladığı bir başkanlık emriyle beyaz Güney Afrikalılar (Afrikanerler) için ABD’ye göç sürecini hızlandırdı.
Trump yönetiminin yıkım tehditlerine karşı ayakta kalmaya çalışan Harvard da bu cadı avında en az diğer kurumlar kadar suç ortağıydı. Üniversite, kampüsteki soykırım karşıtı eleştiriler karşısında yeterince baskıcı davranmadığı için adeta kendi kendini kamçılayarak öz eleştiri yaptı.
Harvard’ın eski rektörü Claudine Gay, “Nehirden denize kadar, Filistin özgür olacak” sloganını, “çok sayıda kişi için İsrail’deki Yahudilerin yok edilmesi çağrısı anlamına gelen özel tarihsel çağrışımlara sahip” diyerek kınadı. Oysa bu slogan, İsrail’in yanında bağımsız bir Filistin devleti kurulması talebini içeriyor.
Harvard, 2024 Ocak ayında protestolara yönelik düzenlemeleri sıkılaştırdı, kampüste polis varlığını artırdı. 13 öğrencinin mezuniyetine izin verilmedi; bu öğrenciler, daha önce ceza verilmeyeceği sözü verilmesine rağmen, protesto kampına katıldıkları gerekçesiyle cezalandırıldı. 20’den fazla öğrenci “zorunlu izne” çıkarıldı; bazıları öğrenci yurtlarından dahi atıldı.
Bu politikalar ülke genelinde birçok üniversitede kopyalandı.
7 Ekim 2023’ten bu yana Filistin yanlısı eylemlere, akademik özgürlüğe ve ifade özgürlüğüne yönelik baskılar, uzaklaştırmalar, okuldan atılmalar ve işten çıkarmalar devam etti — ancak bu tavizler, ABD üniversitelerini daha fazla saldırıdan koruyamadı.
NPR’ye göre, Trump göreve geldikten bu yana, ülke genelinde en az 11 milyar dolarlık federal araştırma hibesi ve sözleşmesi kesildi ya da donduruldu. Bu kesintilerden Harvard (3 milyar $), Columbia (400 milyon $), Pennsylvania Üniversitesi (175 milyon $) ve Brandeis Üniversitesi (yıllık 6-7.5 milyon $) da nasibini aldı.
22 Mayıs’ta, Trump yönetimi Harvard’a yönelik saldırılarını daha da artırarak, okulun yabancı öğrenci kaydını durdurdu. Oysa uluslararası öğrenciler, Harvard’ın toplam öğrenci nüfusunun yaklaşık %27’sini oluşturuyor.
İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem, Harvard’a gönderdiği mektubu X (eski Twitter) üzerinden paylaşarak şöyle yazdı:
“Bu yönetim, kampüsünde şiddeti, antisemitizmi ve Çin Komünist Partisi’yle koordinasyonu teşvik eden Harvard’ı sorumlu tutuyor. Bu tüm üniversitelere bir uyarı olarak alınmalıdır.”
Harvard, tıpkı Columbia, medya, Demokrat Parti ve liberal sınıf gibi, gücün doğasını yanlış okudu. Gazze’deki soykırımı görmezden gelip adını koymaya cesaret edemeyerek — ve bunu yapanları cezalandırarak — cellatlarının silahını kendi elleriyle doldurmuş oldular.
Bugün ise bu aptallıklarının ve korkaklıklarının bedelini ödüyorlar.
Yazar: Chris Hedges, Pulitzer ödüllü gazeteci. 15 yıl boyunca New York Times’ta çalıştı. Gazetenin Ortadoğu ve Balkanlar büro şefliğini yaptı. Öncesinde Dallas Morning News, Christian Science Monitor ve NPR için yurtdışında görev aldı. The Chris Hedges Report adlı programın sunucusudur.
Kaynak: mintpressnews.com