Müslüm Baba ve İslamcı Kuşağın Kaybolan Şarkıları

Müslüm Baba ve İslamcı Kuşağın Kaybolan Şarkıları

Kasım 22, 2024
konu yorum

Jean-Paul Sartre’a göre insan, kendini sürekli olarak anlamlandırma çabası içinde olan bir varlıktır. Ancak bu çaba, sık sık “hiçlik” duygusuyla sonuçlanır. Arabesk, tam da bu noktada bir “” sunar. den gelen sürekli yer değiştirme ve mekânsal aidiyetin yokluğu, insanın kendini bir türlü tam anlamıyla gerçekleştirememe duygusunu beraberinde getirir.

Türk toplumunda arabesk kültürünün tarihsel izlerini, göçebe kültürün pragmatizmle şekillenen etkilerinde aramak gerekebilir. Göçebe bir yaşam, doğası gereği pragmatik bir hayat anlayışını zorunlu kılar. Derin düşünce, analitik bir sistem ve nitelikli sanat eserleri gibi, farkındalığı zenginleştiren unsurların yerine, göçebe yaşam biçiminin oluşturduğu yoğun duygusallık ve karşılaşılan sorunları dramatize ederek aşma eğilimi, arabesk kültürün temel yapıtaşlarından biri olarak görülebilir.

Göçün insan zihninde yarattığı görecelilik ve boşluk hissi, zaman ve mekanı farklı algılama biçimlerini doğurur. , bu hissiyatın somut bir yansımasıdır. Örneğin, Müslüm Gürses’in sevdayı “yakıcı bir kervan” metaforuyla dile getirirken, aşkın insanda yarattığı acıyı “aşk şarabı” ile özdeşleştirmesi, acının göreceli bir anlam kazanma çabası olarak okunabilir. Sevdanın her bedende farklı bir acı şekline bürünmesi, sarhoşluğun kişiden kişiye değişen tezahürleri gibi, bireysel bir trajedinin ortak bir estetik dilde ifadesidir.

Belki de bu durum, kuantum mekaniğinin “gözlemci etkisi” teorisiyle ilişkilendirilebilir; insanın, olup bitene itiraz ederek değiştiremediği şeyleri anlamlandırma ve kabullenme çabasıdır bu. Göçebe birey, yaşadığı her acıyı, konar-göçer çadırının geçiciliğiyle yerleşik hayata duyduğu özlem arasında bir denge kurmaya çalışır. Bu çabayı, “Bunca gamı, bunca derdi” diyerek dile getirir ve bunu müziğin duygusal çatısı altında anlamlandırmaya çalışır.

Fiziksel varlığının biyolojik sınırlamalarıyla çevrili insan, aynı zamanda bu sınırların ötesine geçmek için sanatın ve özellikle müziğin içinde bir sığınak arar. Arabesk müziğin merkezinde, insanın karbon temelli biyolojik yapısını aşan, ancak bu yapıdan doğan vardır. Bu bağlamda Müslüm Gürses, 1980’ler ve 90’lar Türkiye’sinde, hem hem de bireysel sancılar arasında bir kuşağın sığınağına dönüşmüştür.

Taşa Verdim Yanımı şarkısındaki taş metaforu, Heidegger’in “varlık ve zaman” kavramıyla da okunabilir ama ben şahsen bu şarkıyı  taş gibi sabit, dayanıklı ve geçici olanın ötesindeki bir varlığı arayan bireyin, aslında sabit bir zemine yaslanma ihtiyacını dile getirmesi olarak okumayı tercih ediyorum.. Ancak o dönemde içinde bulunduğum İslamcı kuşak, Müslüm Gürses’in duygusal ve insani derinlik taşıyan müziği yerine, müzikal değeri tartışmalı, ideolojik marşlara maruz bırakılmıştı. Bizler, kendi dostluklarımızı, dayanışmamızı ve bireysel mücadelemizi, Müslüm Baba’nın Taşa Verdim Yanımı türküsünde bulabilirdik. Bu türkü, dostun taş gibi sağlam olduğunu, yaslandığında güç verdiğini hatırlatırdı. Oysa mesele sadece bir iktidar mücadelesi olarak kaldı.

Bugün geriye baktığımızda, Müslüm Baba’nın müziği, 80’ler ve 90’lar İslamcılarının kurmaya çalıştıkları düzenin insani sesi olabilecekken, mücadeleyi, savaşı ve çatışmayı yücelten marşların arasında kaybolmuştur. Benim kuşağımın yaşı kemâle erdi ve gençlik dönemlerinde Filistin gösterilerindeki hatıralarını, Müslüm Baba’nın İsyankâr şarkısını dinlerken gönül yaralarını ve yüzlerinde kuruyan gözyaşlarını hatırlar belki. Ne yazık ki, bu izlerin yerini, müzikal anlamda derinlikten yoksun marşların bıraktığı bir sessizlik almış durumda…

O zaman yazıyı  Müslüm Baba’nın Taşa Verdim Yanımı ile bitirelim:

Latest from Hayati Esen

Rusya'nın Hipersonik Füzeleri: Putin’den Dünya Gündemini Sarsan Açıklamalar
Önceki Hikaye

Rusya’nın Hipersonik Füzeleri: Putin’den Dünya Gündemini Sarsan Açıklamalar

Türkiye, Suriye'de Rusya'yı dizginlemek ve ABD'yi yanına almak istiyor
Sonraki Hikaye

Türkiye, Suriye’de Rusya’yı dizginlemek ve ABD’yi yanına almak istiyor

Git

Don't Miss